CİN
Tapınırken bulduk kendimizi
O sonsuz geceye
Gece mi, değil mi, bir gece hayaleti mi belki
Dolaştı durdu bizimle
Bütün gün dolaştı durdu ve
Sindi
Büyülenmekten arta kalan bir bitkinliğe.
Sahi, o ölen kimdi.
İlkel bir acı gibi
Düşüverdi ilk bakış gözlerinden
Kaskatı. Ve belirdi sanki yüzünde
Görünürdeki tek şey: daha sonra da olmak
Çıkardı birden şapkasını ve çıkardı şapkasını, şapkasını
Şapka mı, değil mi, bir şapka hayaleti mi belki
Bir bira içti ve vurup gitti kapıyı ardından
Yürüdü, geçti, kuru otlar
Yapraklar yakılan bir caddeyi.
Peki, o ölen kimdi.
Tam o sırada bir dolu bardak cin istemiştin sen
Bir dolu bardak cin, öğle üzeri
Damıtılmış gündüzden
Cin, cin!
Seni bir daha kendine gömen, bir daha
Kendine gömdükçe de bir önceki acı yenisinden
Elbette ki güzeldir
İnsanın insana verebileceği en değerli şey
Yalnızlıktır.
Cin bitti.
Edip Cansever
28 Mayıs 2015 Perşembe
11 Mayıs 2015 Pazartesi
4 Mayıs 2015 Pazartesi
İlk kazık ilk aşk gibidir, unutulmaz
Bu gece nereden geldiyse aklıma, yediğim ilk hatırı sayılır kazığı yazmak geldi. Şüphesiz antidepresan üzeri kırmızı şarap etkili olmuştur, beynimin kıvrımlarını havalandırmaya. Geçen günkü kas gevşetici + bira kadar olmasa da tuhaf, güzel bir kafası var.
Çırağan Sarayı'nda banquet'te çalışırken, düğünlerde ya da konservari etkinliklerde ses ve ışık düzeni kuran bir firma vardı. Her zaman onlara imrenir, aralarda ya da yemeğin tamamında çaldıkları müzikleri -eğer bilmediklerim varsa- merak eder, gider sorardım. Bir gün iş bitiminde biz masaları onlar da kendi ekipmanlarını toplarken yine bir şey sormak, ne yapıyorlar diye bakmak için yanlarına gittim. İçlerinden biri, benimle ilgilendi, epey bir sohbet ettik, sahibiymiş. Sohbetin sonunda, yaptıkları işin çok ilgimi çektiğini, öğrenmek istediğimi, müzikle çok ilgili olduğumu söyledim, Radyo Mega maceramı anlattım.
Burada bir parantez açayım. Yanlış hatırlıyorsam Neşe beni düzeltsin; bir gün Beavis'le Butthead gibi her şeyle ve herkesle alay edip dalga geçmekten bitap düşmüş gazete karıştırırken, ismi Radyo Mega ya da Mega FM olan bir radyonun dj aradığını gördük. İlandaki telefonu arayıp randevu aldık. Özel radyolar yeni yeni kuruluyordu. Biz de liseden yeni mezun olmuştuk ve üniversiteyi kazanamamıştık. Tıp istiyorduk ama sadece istiyorduk; çalışmayınca olmuyor tabii. Neyse efendim uzatmayayım, randevuya gittik, hatta Neşe'yle birlikte girdik görüşmeye. Ne dinlediğimizi, kimleri bildiğimizi sordu adam. Sonuçta güzel geçti ve Bursa'daki eğitime davet edildik ikimiz de. Bursa mı? Ne Bursası? Ailemiz nasıl olsa izin vermez dedik, sormadık bile. Böylece DJlik maceramız daha başlamadan sona erdi. Ne kafa ha. Bir sor bakalım ailene, madem o kadar istiyorsan. Çocukluk işte...
İşte bu radyoculuk hevesi ve girişiminden sonra, Çırağan Oteli'ne girdimdi. Orada ilk kez gördüğüm ses-ışık kontrol masalarının ve "karışık kaset"lerin, "karışık CD"lerin, yığınla kablo ve hoparlörün cazibesi ne müthişti!
Sohbetin sonu diyordum, işte sonunda adam dedi ki, "madem bu kadar çok istiyorsun, yarın gel bizde işe başla!" Oha! "İstifayı bas" dedi adam. "Yarın sabah gel, ortağımla tanıştırayım". "Senin gibi hevesli ve çalışkan (enayi) biri lazım bize". Herif kendimi paralarcasına nasıl eşek gibi çalıştığımı görüyordu tabii, çok büyük bir dikkat gerekmiyordu. Adama "gerçekten mi?" filan gibi bir şeyler sorduğumu hatırlıyorum. "Tabii ki, söz ağızdan bir kere çıkar," mı ne, öyle bir şeyler demişti o da. O gece uça uça gittim eve. Gerçi sabaha karşı gidiyorduk ama heyecandan uzun süre uyuyamadım. Gün çoktan ağarmıştı gözlerimi en sonunda kapayabildiğimde. Odamın kapısına özene bezene "Hayatımın işini buldum sonunda, beni falanca saatte uyandırın, kahvaltıda omlet isterim ha" vs. gibi bir şeyler yazıp asmıştım yatmadan önce. Hey allahım, düşündükçe gülüyorum -diyemeyeceğim. Hala hiç komik gelmiyor :)
Uyandığımda annem harika bir sofra hazırlamıştı, ballandıra ballandıra anlattım, bu iş iyi giderse, üniversitenin de canı cehennemeydi. Çıkmadan önce en yakın arkadaşlarımı da telefonla haberdar ettim. Neşe içinde yola koyuldum.
Kararlaştırdığımız saatte yanılmıyorsam Mecidiyeköy'de olan yerlerine gittim. Adam oradaydı ya, garip bir havası vardı o gün. Canı sıkılmıştı. Görünmez gibiydim sanki. Bir kenarda hummalı faaliyet halindeki ekip tarafından fark edilirim umuduyla bir süre bekledikten sonra, fark edilmeyince, adamın yanına gittim, dünkü konuşmamıza istinaden geldiğimi anlattım. Adam lütfedip yer gösterdi, sonra da beni işe almasının mümkün olmadığını, ortağının kabul etmediğini, hiç kız çalışan olmadığını, gece eve bırakılmamın sorun olacağını, oradaki mevcut dengeyi bozmak istemediklerini söyledi. Ben kısa bir süre afallamış olmalıyım, adam ayağa kalktı. Ayağa kalktı! Tokalaşmak için elini uzattı. Bana yaşattığı bu berbat durum yetmezmiş gibi bir de üzerine kovuluyordum. Elini sıkmadım, "sözü ağzınızla verdiğinizi sanmıştım," dedim, arkamı dönüp içimden bildiğim bütün küfürleri sıralayarak kapıya yürüdüm. Çıktığımda, masumiyetimi kaybetmiştim.
Çırağan Sarayı'nda banquet'te çalışırken, düğünlerde ya da konservari etkinliklerde ses ve ışık düzeni kuran bir firma vardı. Her zaman onlara imrenir, aralarda ya da yemeğin tamamında çaldıkları müzikleri -eğer bilmediklerim varsa- merak eder, gider sorardım. Bir gün iş bitiminde biz masaları onlar da kendi ekipmanlarını toplarken yine bir şey sormak, ne yapıyorlar diye bakmak için yanlarına gittim. İçlerinden biri, benimle ilgilendi, epey bir sohbet ettik, sahibiymiş. Sohbetin sonunda, yaptıkları işin çok ilgimi çektiğini, öğrenmek istediğimi, müzikle çok ilgili olduğumu söyledim, Radyo Mega maceramı anlattım.
Burada bir parantez açayım. Yanlış hatırlıyorsam Neşe beni düzeltsin; bir gün Beavis'le Butthead gibi her şeyle ve herkesle alay edip dalga geçmekten bitap düşmüş gazete karıştırırken, ismi Radyo Mega ya da Mega FM olan bir radyonun dj aradığını gördük. İlandaki telefonu arayıp randevu aldık. Özel radyolar yeni yeni kuruluyordu. Biz de liseden yeni mezun olmuştuk ve üniversiteyi kazanamamıştık. Tıp istiyorduk ama sadece istiyorduk; çalışmayınca olmuyor tabii. Neyse efendim uzatmayayım, randevuya gittik, hatta Neşe'yle birlikte girdik görüşmeye. Ne dinlediğimizi, kimleri bildiğimizi sordu adam. Sonuçta güzel geçti ve Bursa'daki eğitime davet edildik ikimiz de. Bursa mı? Ne Bursası? Ailemiz nasıl olsa izin vermez dedik, sormadık bile. Böylece DJlik maceramız daha başlamadan sona erdi. Ne kafa ha. Bir sor bakalım ailene, madem o kadar istiyorsan. Çocukluk işte...
İşte bu radyoculuk hevesi ve girişiminden sonra, Çırağan Oteli'ne girdimdi. Orada ilk kez gördüğüm ses-ışık kontrol masalarının ve "karışık kaset"lerin, "karışık CD"lerin, yığınla kablo ve hoparlörün cazibesi ne müthişti!
Sohbetin sonu diyordum, işte sonunda adam dedi ki, "madem bu kadar çok istiyorsun, yarın gel bizde işe başla!" Oha! "İstifayı bas" dedi adam. "Yarın sabah gel, ortağımla tanıştırayım". "Senin gibi hevesli ve çalışkan (enayi) biri lazım bize". Herif kendimi paralarcasına nasıl eşek gibi çalıştığımı görüyordu tabii, çok büyük bir dikkat gerekmiyordu. Adama "gerçekten mi?" filan gibi bir şeyler sorduğumu hatırlıyorum. "Tabii ki, söz ağızdan bir kere çıkar," mı ne, öyle bir şeyler demişti o da. O gece uça uça gittim eve. Gerçi sabaha karşı gidiyorduk ama heyecandan uzun süre uyuyamadım. Gün çoktan ağarmıştı gözlerimi en sonunda kapayabildiğimde. Odamın kapısına özene bezene "Hayatımın işini buldum sonunda, beni falanca saatte uyandırın, kahvaltıda omlet isterim ha" vs. gibi bir şeyler yazıp asmıştım yatmadan önce. Hey allahım, düşündükçe gülüyorum -diyemeyeceğim. Hala hiç komik gelmiyor :)
Uyandığımda annem harika bir sofra hazırlamıştı, ballandıra ballandıra anlattım, bu iş iyi giderse, üniversitenin de canı cehennemeydi. Çıkmadan önce en yakın arkadaşlarımı da telefonla haberdar ettim. Neşe içinde yola koyuldum.
Kararlaştırdığımız saatte yanılmıyorsam Mecidiyeköy'de olan yerlerine gittim. Adam oradaydı ya, garip bir havası vardı o gün. Canı sıkılmıştı. Görünmez gibiydim sanki. Bir kenarda hummalı faaliyet halindeki ekip tarafından fark edilirim umuduyla bir süre bekledikten sonra, fark edilmeyince, adamın yanına gittim, dünkü konuşmamıza istinaden geldiğimi anlattım. Adam lütfedip yer gösterdi, sonra da beni işe almasının mümkün olmadığını, ortağının kabul etmediğini, hiç kız çalışan olmadığını, gece eve bırakılmamın sorun olacağını, oradaki mevcut dengeyi bozmak istemediklerini söyledi. Ben kısa bir süre afallamış olmalıyım, adam ayağa kalktı. Ayağa kalktı! Tokalaşmak için elini uzattı. Bana yaşattığı bu berbat durum yetmezmiş gibi bir de üzerine kovuluyordum. Elini sıkmadım, "sözü ağzınızla verdiğinizi sanmıştım," dedim, arkamı dönüp içimden bildiğim bütün küfürleri sıralayarak kapıya yürüdüm. Çıktığımda, masumiyetimi kaybetmiştim.
Kaydol:
Kayıtlar (Atom)