Bu yazıyı tam bir yıl önce yazmayı tasarlamıştım. Bugün masamın üstündeki kağıt ve kitap yığınlarını gözden geçirirken en altta birlikte duran üç kitabı görünce, hem bir yıldır masamda düzenleme yapmaksızın bir şeyler biriktirdiğim hem de yazıyı bir yıldır salladığım çıktı ortaya. Bugünün (25 Şubat) Sabahattin Ali'nin doğum günü olması da ayrıca hoş bir tesadüf oldu.
Ahmed Arif'in Leyla Erbil'e yazdığı aşk mektupları Eylül 2013'te, Sabahattin Ali'nin karısı ve kızına yazdığı mektuplar Kasım 2013'te, Orhan Veli'nin Nahit Hanım'a yazdığı mektuplar Şubat 2014'te yayımlandı. Sonuncusu çıkıp da okuduğumda öyle üzüldüm, öfkelendim ve Orhan Veli'nin yerine o denli haksızlığa uğramış hissettim ki, edebiyatçının hayatının mahremiyeti ve "şairin hayatı şiire dahil" mi bağlamında bu üç kitabı birlikte ele almanın uygun olacağını düşündüm.
Canım Aliye, Ruhum Filiz
Mektupları yayına hazırlayan Sevengül Sönmez, önsözde bu süreci şöyle anlatıyor:
"Geçtiğimiz aylarda, Sabahattin Ali'den geriye kalanları bir kez daha gözden geçirirken üzerinde 'bana mektuplar' yazan bir zarf gördüm. Elyazısı Aliye Ali'ye aitti; mektuplar tanıdıktı, ancak göz atınca fark ettim ki bir kısmı, bazı bölümleri kısaltılarak yayımlanmıştı. Böylece tüm mektupları dikkatle okumaya karar verdim. Aliye Ali, mektupları Osmanlıcadan çevirerek yayına hazırlarken Sabahattin Ali'nin nişanlı oldukları 1935 yılına ait mektuplarının dokuz tanesini ve 1944-1948 yıllarında Filiz Ali'ye yazdığı mektupların bir kısmını kitaba almamayı tercih etmiş.
Mektupları eksiklerini gidererek yayımlamaya karar verdim.
...
Canım Aliye, Ruhum Filiz 'Sabahattin Ali'nin kızı Filiz Ali'nin benimle paylaştığı belge ve bilgiyle oluşturulmuş bir kitaptır. Kendisine teşekkürlerim sonsuzdur."
Burada, nahoş bir şeyler var: mahremiyetin ihlali; bununla birlikte, bu durumu şimdi değil, yazının sonunda ölçüte vurarak tartışabilmeyi umuyorum.
Leylim Leylim
Kitabın editörü Ruken Kızıler, "Mektup, mektubu yazan ve gönderen ile mektubu alan ve okuyan arasında gizlidir" diyerek söze başlıyor, yazdığı giriş yazısında. Sonra, "...bu kitap, edebiyat tarihçilerimize kuşkusuz önemli bilgiler sunmayı vadediyor. Yazıldıkları dönemin entelektüel ve yayın ortamını, Ahmed Arif'in sürgün günlerini, yaşadığı siyasi baskıyı, içsel dünyasını ve en çok da aşkını tüm çıplaklığıyla ortaya koyuyor" diyor. Mektupların yayımlanış öyküsünü ise şöyle aktarıyor:
"Yayıncı refleksiyle Leyla Hanım'ı ikna etmeye çalıştık, bunlar kesinlikle ortaya çıkmalıydı, Hasretinden Prangalar Eskittim, Cemal Süreya'ya Mektuplar ve Refik Durbaş'ın hazırladığı Ahmed Arif Anlatıyor: Kalbim Dinamit Kuyusu dışında Ahmed Arif'ten geriye kalan yazılı bir şey yoktu.
Leyla Hanım o yıllarda istemiyordu yayımlanmasını, 'ben öldükten sonra...' düşüncesi hakimdi.
... Bu arada Kalan yayımlandı ve yayınevi olarak bir tanıtım kokteyli düzenledik. Ahmed Arif'in oğlu Filinta Önal'ı da davet ettik. Leyla Hanım onunla tanışmayı çok istiyordu. Bu buluşmayla güzel bir yakınlık kuruldu ve Filinta'ya mektuplardan söz edildi. Leyla Hanım, Önal ailesinin yaklaşımını önemsiyordu. Filinta tüm içtenliğiyle 'Siz ve babam edebiyatımızın en değerli şahsiyetlerindensiniz, elbette ki bu mektuplar yayımlanmalı...'.
Sonra Leyla Hanım Kalan'dan doğma Tuhaf Bir Erkek'i yazmaya başladı. Kitabın bitmesine yakın 'Ahmed'in mektuplarını yayımlamak istiyorum artık' deyiverdi. Hatta o günlerde kendisiyle yapılan röportajlarda bu mektuplardan söz etti ve yayımlanacağını duyurdu. Son görüşmemizde zamanı kalmadığını ve ölmeden kitabı görmek istediğini şiddetle haykırmıştı. Sonra sağlık durumu iyice ciddileşti ve ne yazık ki bu kitabı göremeden aramızdan ayrıldı".
Yalnız Seni Arıyorum
Editör Murat Yalçın, "Bir Sevdanın Belgesi" adını verdiği giriş yazısında, mektupların yazıldığı Nahit Hanım'ı
"... edebiyat mahfillerinde 'Orhan Veli'nin sevgilisi' diye ünlenmesinin yanı sıra 1930'lardan 1990'lara, tam altmış yıl boyunca evini bir sanat albümüne çevirmiş; hakkında şiirler (Sabahattin Ali, Orhan Veli, Arif Damar, Gülten Akın) ve yazılar yazılmış; Atatürk'le üç defa dans etmiş bir hanımefendi portresi ile karşı karşıya olduğumuzu görürüz."
sözleriyle tanıtıyor. Can alıcı kısımları uzun uzun alıntılayacağım:
"Besbelli, ketumiyet ve dirayet sahibi bir hanımmış: Aşkını röportaj yoluyla ifşa etmesi ve özellikle de bu mektupları yayımlaması için, dostları ve gazeteciler tarafından sıkıştırılmasına rağmen, Orhan Veli'nin ardından yaşadığı 52 yıl boyunca bu kırık aşk hikayesini kalbine ve bu aşkın delillerini ise sandığına gömmüş -bir define gibi!
Peki, biz o defineye nasıl ulaştık?
... mektupların Yapı Kredi Kültür Sanat Yayıncılık Yönetim Kurulu Başkanı Sayın Ömer M. Koç'un koleksiyonuna geçmesi, üstelik Ömer Bey'in bu mektupları okuruna kavuşturma arzusu bizde büyük bir coşku yarattı. Ancak, bizim can atmamız yetmezdi... Defineye varmak için açılması gereken zarif bir kapı vardı: Orhan Veli'nin kız kardeşi Sayın Füruzan Yolyapan'ın muvafakati. Füruzan Hanım, Nahit Hanım'ın bu mektupların yayımlanmaması ricasında bulunduğundan, kendisinin de ağabeyinin edebi kişiliğini zedeleyebileceği endişesi taşıdığından söz etti."
El insaf... diyelim. Ama devam edelim:
"... Ne var ki, gönlümüz mektupların daha fazla gömülü kalmasına razı olmazdı -üstelik bu kadar yakınımızdayken.
Gerçek yayıncılar iyi bilir, mektup yayımlamak netameli iştir. Bir kere, mahremiyete el atmaktır. Sonra, hukuki sonuçlara gebedir. Hele hele bu kişi bir topluma, bir kültür ve edebiyata mal olmuş biriyse iş daha da çetrefillidir. Ancak biz, gün ışığına çıkaracağımız mektupların Orhan Veli ile Nahit Hanım'ın aziz hatıralarına saygısızlık gibi algılanmayacağı kanısıyla harekete geçtik."
Bundan sonra editör, ne kadar titz çalıştıklarından, mektupların şairin edebi portresini tamamlayan bir belge oluşundan, Orhan Veli'nin şiirinin yeniden değerlendirilmesine imkan sağlayacak niteliğinden söz ediyor. Bizi bu mektupların yayımlanması gerektiğine ikna etmeye çalışıyor adeta, hatta mektuplardan vazife çıkarıyor:
"Nahit Hanım'ın, ömrünün sonuna dek saklayıp sonra da dostu Özay Erkılıç'a emanet etmiş olması, bu mektupların geleceğe taşınması ve belki de aşklarının nişanı olarak okunması noktasında başkalarına (elbette bugün bize) düşen bir görevi adeta fısıldamaktadır."
Bundan sonrası yine bir ikna faslı, teknik bazı notlar ve teşekkürler...
Kötü niyet dışarıda tutulmak kaydıyla, "mektup yazılan kişiye aittir"den bile hareket edecek olsak, bu kişisel mektupların yayımlanmasında birtakım ölçütler gözetilmelidir. Bu ölçütlerden ilki, birinci derece yakınların izni olmalıdır; ikinci ölçüt ise mektupların edebi kişiliği ne kadar yansıttığıyla ilgilidir.
Edebiyatçı değilim ama fena bir okur sayılmam; bu koşulda bana soracak olursanız, üç mektup derlemesi de aşık adamların son derece kişisel iç dökümleridir derim. Nev-i şahsına münhasır adamların sıradan olmayan metinleri, ama o kadar. Ben olsam hiçbirini yayımlamazdım. Çünkü öncelikle, kendilerinin bu mektupları yayımlanmak üzere yazmadıklarını, sonra da birinin eline geçse dahi rahatsız olacaklarını düşünüyorum. Bunlar, muhatapları aramızda olmadığına göre bilemeyeceğimiz şeyler. O nedenle diğer kriterlere bakalım.
Sabahattin Ali mektuplarından başlayacak olursak, Aliye Hanım'ın kısaltmayı ve yer vermemeyi uygun gördüğü mektuplar kitaba dahil edilerek bir mahremiyet ihlali yapılmış. Ancak Ali'nin kızının izni olması, bize diyecek söz bırakmıyor. Dahası, söz konusu üç kitap içinde en çok bilgi veren (Ali'nin hem edebiyatçı hem de yayıncı yönüyle ilgili) kitap bu.
Ahmed Arif mektuplarında hem Leyla Hanım'ın izni, hem de oğlunun izni var. Bize yine yayımlanması noktasında laf düşmüyor; ama mektuplardan, aşkta gurura yer olmayacağı dışında pek bir şey öğrenemedim ben.
En iç acıtan kitaba gelecek olursam... Eleştirdiğime ters düşecek şekilde, fikrimi haklı göstermek uğruna Orhan Veli'nin değil tek bir satırını, bir kelimesini bile almam buraya. Kitabı okuyan herkes, neden yayımlanmaması gerektiğini anlayacaktır. Ölçüte vurmaya gelince, ikisini de karşılamadığını görürüz. Nahit Hanım yayımlanmasını istememiş, ama belli ki yok etmeye kıyamamış; bundan nasıl bir vazife çıkarılmış anlamadım. Orhan Veli'nin kardeşi istememiş, ama belli ki "ikna" edilmiş... Çünkü koleksiyon el değiştirmiş bir kere... Edebi açıdan da bana göre Orhan Veli şiirini aydınlatacak hiçbir bilgi bulunmuyor bu mektup destesinde.
İyi ki "kemikleri sızlamak", "mezarında ters dönmek" sadece birer deyim.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder
Not: Yalnızca bu blogun üyesi yorum gönderebilir.