Yanımda ve karşımda, biri İtalyan biri de Türk asıllı iki Alman çift oturuyor; cep telefonlarından, Pavarotti'nin söylediği, "ti voglio bene assai"i dinliyorlar. Yüksek sesle, gözlerini kapatıp birbirlerinin ellerini tutarak eşlik de ediyorlar.
Arkada, bir grup Arap turist, kabak/havuç soyacağı satan adamın her cümlesinden sonra, tek kelimesini bile anlamadıkları halde bir ağızdan "oooo" diye bağırıp gülüyorlar.
Sonra, karşımda bir Arap çift daha var; adam, kadının şalının altından göğüslerini okşuyor, sonra da sanki dünyanın en normal şeyiymiş ve kimse görmüyormuş gibi kayıtsızca etraflarına bakıyorlar :)
Çocuklar koşuyor sonra, çaylar höpürdetiliyor, selfieler çekiliyor, martılara simit atılıyor.
Deniz, muhallebi kıvamında ve güneş, tarçınmış gibi serpiliyor denizin üzerine. Sarı, kızıl ve yoğun renkler.
Bir yere varmak için binilmemiş bu sürreal geminin neşeden ve aşktan yapılmış yolcularını gören birini, dünyada başat olanın savaş, yıkım ve yoksulluk olduğuna inandırmak zor.
*
Yine inanılması güç bir şey oluyor, ben bu delilerin arasında olduğum halde kitabımın satırları arasına dönebiliyorum:
"...Bugün bile hala annenize erkek ve Kızılderili olarak doğmadığınız için öfkelisiniz. Beş yaşındayken Karl May'i okudunuz ve Kızılderili olmak istediniz. Kilimlerden bir Kızılderili çadırı yaptınız ve oyuncak bebeklerinizin kafa derilerini yüzdünüz. Çocukların çoğunlukla hiçbir şey okuyamadığı bir yaşta eski çağların efsaneleri sizi içine çekti. Sonraları, okulda sıranın altında Dostoyevski okudunuz. Arkeolog ve sanat tarihçisi oldunuz ve dolambaçlı yollardan geçtikten sonra bugün de bir bakıma arkeologsunuz. Keşifler yapıyor ve bir şeyler ortaya çıkarıyorsunuz. Bir okul arkadaşınız size şair olduğunu ileri süren sevimli bir serseriden söz etti. Bir okul defterine elyazısıyla bir tiyatro oyunu yazmıştı ve arkadaşınız edebiyattan bir kelime anlamadığı için sizden okumanızı istedi; eğer piyes iyiyse adamla bir ilişki yaşamak istiyordu. Piyesin adı "Baal"dı. "Beni dinle", dediniz gece defteri okuduktan sonra, "o Almanya'nın en iyi şairi olacak!" O zamanlar şair kendisine Bertolt değil de Eugen diyordu. Yıl 1921'di."
*
Ve hatta, şunları düşünmeye bile fırsat bulabildim:
Evet, gücü seviyorum. Hem de çok seviyorum, doğru. Ama bir tek şiirlerde. İnsanı omuzlarından tutup sarsan, gözlerinin ta içine bakan şiirlerde. Celan'ın, Brecht'in, Bachmann'ın şiirleri gibi şiirlerde. Seviyorum, masaya yumruğunu vurur gibi ifade edilişini: sevginin ve coşkunun.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder
Not: Yalnızca bu blogun üyesi yorum gönderebilir.