Herzog,
"1974 yılının kasım sonuna doğru Paris'ten bir arkadaşım beni arayıp Lotte Eisner'in çok hasta olduğunu ve muhtemelen öleceğini söyledi. Olamaz, dedim, şimdi ölemez, Alman sineması şu an onsuz yapamaz, bu önemli kadının ölmesine izin veremeyiz. Bir ceket, bir pusula ve gerekli malzemelerle dolu bir kamp çantası aldım. Çizmelerim o kadar sağlam ve yeniydi ki yüzümü kara çıkarmayacaklarına emindim. Yaya olarak oraya ulaşırsam onun hayatta kalacağına dair sağlam bir inançla Paris'e giden en kestirme yola koyuldum. Zaten kendimle baş başa kalma ihtiyacı da duyuyordum."diye açıklıyor önsözde, kitabın tohumunu. Kitap, bu yolculukta tutulan notlardan ayıklanarak düzenlenmiş.
Herzog yola çıktığında 32 yaşındaymış. Onunla hiçbir özdeşlik kurmasam da, 32'nin cazibesine kapılmamam imkansız. 32, hayatımda aklımda kalan tek yaşım. Hayatımın geri kalanının geri dönülmez biçimde değişip tepetaklak olduğu yıl, bir kırılma noktası.
Herzog'un kitabında çok tuhaf bir şey var. Bunun neden böyle olduğunu bulmak istedim. Herzog hayranı olmadığım için, daha doğrusu sinemayı sevmekle birlikte bilinçli ve özel merakı olan bir izleyici olmadığım için Herzog'u ve filmlerini pek bilmiyordum. Birkaç yıl önce festivalde izlediğim "Cave of forgotten dreams" aklımda yer etti yine de. Evet, ne diyordum, onu tanımadığım için vikipedi'ye baktım, "'Yeni Alman Sineması'nın mistik ekole sahip önemli sinemacısı. 5 Eylül 1942 Münih, Almanya doğumlu. Bavyera'nın bir köyünde büyüdü ve on üç yaşına geldiğinde, ailesi ve Klaus Kinski ile Münih'te bir apartman dairesinde yaşamaya başladı. Daha sonraları bu konuyla ilgili olarak, "O an için, bir yönetmen olacağımı ve Kinski'nin oynadığı filmleri yöneteceğimi biliyordum" demiştir. 1960'lı yılların başında, ilk filmlerini finanse edebilmek için bir çelik fabrikasında kaynakçı olarak çalışmıştır." diyor. Heh dedim, kitabı tanımlayan ilk anahtar sözcük bu: 'mistik'. Mistikten ne anladığınızı bilmiyorum ve burada tartışmaya kalkarsam çok dağılırım ve uzar. Benim için mistik olan birkaç şey vardır, belki "inandığım" şeyler demeliyim: Bir tanesi çok komiktir, ölmeden önce mutlaka bana piyango vuracağı hissi :))) Bir diğeri, sezgilerimin güçlü olduğunu ve beni yanıltmayacaklarını düşünmem vb.
Her neyse, kitapta iki şey var. Bir kere, bu bir metin değil, bir film. İkincisi, 'iç'inden bahsetmeden yaptığı yolculuk, bir iç yolculuk ama onunki değil, bizimki, okuyan kişinin iç yolculuğu. Velhasıl çok tuhaf. Ama çok güzel. Bunu şöyle tarif edebilirim: diyelim bir önceki okumada 40. sayfada kaldım değil mi, başlıyorum 40'tan okumaya. Okuyorum, okuyorum, zaman geçiyor, geçiyor, ayırdığım süre tükenip kitabı kaparken bir bakıyorum ki 43. sayfadayım :)
Örneğin şöyle yazmış:
"Eisner'imiz ölmemeli, ölmeyecek, buna izin vermeyeceğim. Şu an ölüyor değil çünkü ölmüyor. Şimdi değil, hayır, buna hakkı yok. Kararlı adımlarımın altında yer sallanıyor. Hareket ettiğimde bir bizon hareket ediyor. Dinlendiğimde bir dağ istirahata çekiliyor."
Ya da şöyle:
"Kar sessizliği; tarlaların siyahlığı karların altından beliriyor. Genkingen'de kapılar yıllardan beri rüzgarda çarpıp duruyor. Artık tütmeyen bir tezek yığınının üstünde serçeler gördüm. Eriyen kar damla damla bir oluğa akıyor. Bacaklarım yürümeye devam ediyor."
Ya da şöyle:
"Tailfingen;...Bütün gün bir duraklama halindeyim, hareket yok, düşünce yok, sekteye uğradım. Şehir berbat, epeyce endüstri, keyifsiz Türkler, sadece tek bir telefon kulübesi var. Bir de çok yoğun bir yalnızlık hissi. Ufaklık şu anda battaniyesinin kenarını sıkıca tutmuş bir şekilde yatakta olmalı. Öğreniyorum ki filmim bugün Leopold'da gösteriliyor, adalete inanmıyorum."
Şuna bakın:
"Yol kenarındaki sigara paketleri çok ilgimi çekiyor, özellikle de ezilmedikleri zaman; o zaman hafifçe şişip bir cesede benziyorlar, köşeleri artık o kadar sivri olmuyor ve nemin soğukta su damlacıklarına dönüşmesi yüzünden etraflarındaki naylon içeriden buğulanıyor."
İşte:
"Yalnızlık bugün önümden batıya doğru uzandı ama görüşüm perdelenirken o kadar ilerisini göremedim. Boş bir tarladan havalanan kuşlar gördüm, sayıları gittikçe arttı, ta ki gökyüzü onlarla kaplanana kadar ve onların yerin rahminden, yerçekiminin geldiği o müthiş derinliklerden geldiklerini gördüm. Orada patates madeni de bulunabilir. Yol o kadar sonsuz ki içimi bir korku kapladı. Geçen hafta boyunca yağmur ve sisli gri, güneşin yerini bile tahmin etmemi imkansız kıldı. Brienne'e varır varmaz insanlar birden saklanmaya başladılar, sadece ufak bir bakkal yanlışlıkla açık kaldı. Sonra o da kapandı ve o zamandan beri kasaba ölüme terkedildi. Bu kasabanın üstünde işlenmiş demir parmaklıklarla heybetli bir kale duruyor: Tımarhane. Bugün kendi kendime 'Orman,' dedim sık sık, hakikat bizzat ormanın içinde geziniyor."
Yolculuk kaç gün sürdü? Sürdü mü?
Yaşatmak için ona doğru yürünen Eisner vaktinden önce öldü mü?
Soruların cevabını kitabı okuyanlar öğrenecek.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder
Not: Yalnızca bu blogun üyesi yorum gönderebilir.