23 Ocak 2017 Pazartesi

daha çok



Ellerim cebimde, hızlı hızlı, çok da derin düşünmeden yürüdüğümde bazen, çiftlere dikkat ederim; daha doğrusu dikkatimi çekerler. Kadıköy çarşıda yüz metre yürüsen, tam da sen yanlarından geçtiğin an buluşan onlarcasına rastlarsın.  Birbirlerini görürler, biri diğerine doğru atılır ve sıkı sıkı sarılır, öper; yüzü allak bullak olur, güler. Diğeri biraz daha çekincelidir genelde, bazısı açık açık korkar; bu sevgi gösterisinden kaçmak ister. En kötüsü, sarılanın sırtını tıpışlayanlardır. Çocuk avutur gibi. İşte o zaman, çekilecek acıları gözümle görür gibi olurum. Çünkü dünyanın en hüzünlü şeyidir, birinin diğerini daha çok sevmesi. Açlığın, açıklığın, yalnızlığın, tüm yoksunlukların bir çaresi bulunur da, dünyanın bütün zenginliklerini bir araya getirsen bu eşitsizliğe çare bulamazsın.

kendi etnolojini yapmak



Sanırım okumaktan ve yazmaktan (ya da yazmayı hayal etmekten :) ) en çok zevk aldığım tür kişisel denemelerdir; bunların hep bir çeşit etnoloji olduklarını düşünmüşümdür. Geçen gün Pandora'da antropolog Marc Auge'nin "Yaşsız Zaman: Kendi Etnolojini Yapmak"ına rastladım. Yaş, yaşlılık ya da yaşsızlık üzerine 11 metinden oluşuyor. Ah, çok sevdim:

"İnsan yaşlanmayı kabul ederse iyi eder çünkü o alıngan bir hayvandır, kendisini tanımamazlıktan gelene sessizliğini pahalıya ödetebilir. Yaş gelince, kendini gösterebilir elbette, ama onu tüylerini okşayarak göz önünde tutmak, yaşa hoş geldiğini söylemek, gururunu okşamak, Noel Baba gibi torbasından cömertçe çıkardığı hediyelerini utanıp sıkılmadan saymak daha iyidir. Önünüze serer dağınık bir şekilde hediyelerini; bunların en önemlileri, tecrübeden gelen bilgelik, libidonun çektirdiği cefalardan sonra gelen sükunet, okuyup incelemenin sevinci ve gündelik hayatın küçük zevklerinin tadını çıkarmaktır. Kısacası, Antikçağ'dakilerin Erinyeler'i, yani intikam tanrıçalarını, Eumenideler, yani "Hayırlılar" diyerek çağırması gibi, yaş korkusunu yaşlanmanın sözde iyiliklerini anarak yok etmek gerekir." s. 13

19 Ocak 2017 Perşembe

Ölümdür zaferleri

These violent delights have violent ends
And in their triumph die, like fire and powder,
Which, as they kiss, consume. The sweetest honey
Is loathsome in his own deliciousness
And in the taste confounds the appetite.
Therefore love moderately. Long love doth so.
Too swift arrives as tardy as too slow.


Şiddetle başlayan hazların, şiddetle gelir sonu.
Ölümdür zaferleri, ateşle barut gibi.
Öpüşünce, tükenirler. 
Balın en tatlısından bile ikrah gelir,
körelir iştah.
O yüzden, mutedil sev ki uzun sevesin.
Acele eden de varamaz menzile,
ağırdan alan da. 

11 Ocak 2017 Çarşamba

günün getirdiği*





  • Bazen, nasıl göründüğüne hiç aldırmazsın, söz gelimi, üşümüşsen, içine bolca gazete kağıdı sokmak işe yarar: bu seni içine rastgele bir şeyler doldurulmuş çuvala benzetir, ama ısıtır. Keza, yakıcı güneş altında kafana gazete kağıdından bir külah fevkaladenin de fevkinde bir koruma sağlar. 
  •  
  • Bazen, bir filmde tek bir anı kaçırdığında bütün filmi kaçırmış olursun, boşa seyredersin, bir s.kim anlamazsın. Dikkatin dağınık olduğunda en iyisi, boş baktığın ve zihnin kim bilir nereye göç eylediği bir an fark edersen, filmi accık geri al.
  • Bazen, denk gelir: çok mu istemişsindir, karnın mı açtır, vakit mi erkendir, efkar mı basmıştır, nedir tam bilinmez; ama kafan gerçekten, hayallerin ötesinde iyi olur. Nadirdir, çok nadir. Bazen aylarca, yıllarca gelmez o kollardaki yumuşama, o ilham, o iyimserlik.
  •  
  • Bazen, bad request.
  • Bazen, "Someone just searched for you on Google", " and found your page on Academia.edu." kısmına kadar dünyanın en umutlu cümlesidir :)
  • Bazen, Pont-Neuf.
  • Her zaman: Kayıp ruhlar, kayıp ruhları arar. Tabii ki aradığını bilemez. Tabii ki bulduğunda anlamaz. Dolayısıyla bulamaz.
*Nurullah Ataç'ın denemeleriyle yakından ya da uzaktan alakası yoktur.