Birkaç gün önce, Ayfer Karakaya-Stump'ın kitabına rastladım. Karakaya-Stump bu kitapta, daha önce başka yerde yayımlanan makalelerinin yanı sıra, başka yerde yayımlanmamış olan doktora tezinden bir bölüme de yer vermiş. Cahil cesaretim bağışlanacak olursa, şimdiye dek elimden geçen yayınlar içinde bu kitabın derhal çok ayrı bir yere oturduğunu söyleyebilirim.
Karakaya-Stump, doktorasını Cemal Kafadar ile birlikte, Harvard'da yapmış. Kafadar bu kitap için "Aleviliğin oluşumu ve Osmanlı tarihi içindeki yeri hakkında bilgi sahibi olmak isteyenler bu kitabı okumalı; bu konularda bilgi sahibi olduğunu düşünenler mutlaka okumalı. Ezberbozan kelimesinin tam yerini bulduğu nadir bir örnek" diyor.
Yazar giriş bölümünde, tam da Kafadar'ın tanımladığı şekilde, aşağıdaki genel kabul gören başlıkları sorguluyor:
"Alevi tarihinin yazılı kaynakları yoktur"
"... Alevi tarihinin az ya da çok yazılı kaynaklarının var olduğu tespiti, Alevi geleneğinde sözlü aktarımın önemini sorgulamak anlamına gelmediği gibi, tarihçiler arasında halen sıkça rastlanabilen yazılı olanın fetişleştirilmesi eğilimiyle de ilişkilendirilmemelidir. İster Alevi topluluklarının kendi içinden çıkmış, ister devlet kurumlarınca düzenlenmiş olsun, konuyla ilgili kaynakların tarihsel bağlamlarında ve eleştirel bir gözle okunması ve anlamlandırılması gerektiği aşikardır. Bu meyanda söz konusu kaynakların arka planlarındaki ve hedeflerindeki siyasi ve kültürel değerler ve geçmişe dair bize sundukları resmin sınırlılığı ve seçiciliği, hiç şüphesiz üzerinde titizlikle düşünülmesi gereken hususlardır. Her türlü yazılı kaynak için gösterilmesi gereken bu hassasiyet ve titizlik, konu Alevilik gibi mistik/batıni nitelikte ve yasaklı bir inanç sistemi olduğunda daha da büyük önem kazanmaktadır. Dolayısıyla Alevilikle ilgili kaynakları değerlendirirken, "tehlikeli" addedilen kimi inançsal öğelerin yazıya dökülmesinden imtina edilebileceği, bu konularla ilgili sembolik ve muğlak bir dil kullanılabileceği, hatta genel geçer terminolojiye farklı anlamlar yüklenebileceği olasılıkları göz ardı edilmemelidir."
"Alevilik senkretik/heterodoks bir inançtır"
"...Senkretizm teriminin Alevi-Bektaşi çalışmalarında kullanımını sorunlu kılan husus, yüklenen anlamın menfiliği veya müspetliğinden ziyade kavram olarak açıklayıcı gücü olup olmadığı ile ilgilidir. Bu noktada göz önüne alınması gereken, modern tarihçilik açısından aslında tüm inanç sistemlerinin kendinden önce gelenler üzerine inşa edilmiş ve bunlarla iç içe geçmiş olduğu, dolayısıyla bu manada ve son kertede hepsinin "senkretik" yapılar içerdiği gerçeğidir.
...Aleviliğin tarifinde sıklıkla kullanılan, ama izahtan çok perde işlevi gören bir diğer yüklü kavram, "heterodoksi"dir. Hıristiyanlık bağlamında kilisenin belirlediği "ortodoksi"den, yani "doğru öğreti" çizgisinden sapan, "yanlış öğreti" sahibi "sapkın" gruplara kilise erbabının verdiği bu sıfat, her ne kadar günümüzde sıklıkla tırnak içine alınarak, hakim veya ana akım din anlayışından ayrışan alternatif yorumlar şeklinde nötr bir manada kullanılmaya çalışılsa da bagajında taşıdığı normatif yargıdan hiçbir zaman tümüyle kurtulamamaktadır. Tıpkı senkretizm kavramında olduğu gibi, heterodoksi kavramı da bir inanç sisteminin kendi bütünselliği içinde ve içsel bir bakışla anlamlandırılması yerine, norm kabul edilen başka bir inanca nispetle, ondan farklılaştığı noktalar üzerinden, seçici ve dışarıdan bir gözle tarif edilmesi sonucunu doğurur..."
"Alevilik göçebe Türkmenlere özgü bir halk İslamıdır"
Karakaya-Stump, bu kısımda Köprülü formülasyonunu ve yaratılmak istenen "yüksek İslam" "halk İslamı" hiyerarşisini sorguluyor. Bu başlık altında yazar, ikili karşıtlıklar üzerinden (heterodoksi-ortodoksi; yüksek İslam-halk İslamı; karmaşık-iptidai) kurgulanan formülü açımlamakta ve hem belgelere hem de gözlemlere dayanarak aksayan yönleri çarpıcı şekilde vurgulamaktadır:
"...Genel kurgusunda çentik açabilecek çok sayıdaki Kürt ve Kırmanç Alevileri de, (nominal olarak da olsa) Sünniliği benimsemiş diğer göçebe grupları da bu meyanda görmezden gelmiştir. Üstelik Alevilerin tümünün veya kahir ekseriyetinin tarihsel olarak göçebe olduğu zannı ampirik temelde kanıtlanmış olmaktan uzaktır. Mesela kitabımızın ilerleyen sayfalarında zikredilecek, Malatya merkezli Dede Kargın ocağına ait, 16. yüzyıl ortalarında bu ocağa bağlı talip gruplarını içeren listeyi muhtevi bir belgeye göre -listede yer alan onlarca kalem girdinin büyük çoğunluğunun köy adı ve sadece küçük bir kısmının aşiret adı olmasından hareketle- en azından bu yöredeki Alevi topluluklarının ağırlıklı olarak yerleşik köylü olduğu sonucunu çıkarabiliyoruz. Ayrıca 16. yüzyıl mühimme kayıtlarında geçen kimi örnekler, o dönemde Osmanlı yerel bürokrasisi içinde veya tımar sahipleri arasında Kızılbaş/Alevi olduğundan "şüphelenilen" kişilerin mevcudiyetini bize göstermektedir. Bu tür veriler tarihsel olarak Aleviliğin sosyal tabanının göçebelerle sınırlı olduğu zannının sorgulanmaya ne kadar muhtaç olduğunu göstermektedir..."Karakaya-Stump'ın kitabı da elbette her kitap için geçerli olduğu üzere akılda sorularla okunmalıdır, ki benim aklımda da kullanılan yöntem ve götürdüğü çıkarımlar açısından hemen birkaç tanesi belirdi; ancak bu kitabın hemen anlaşılan önemi, sanıyorum, yanlışlanabilir, sorgulanabilir bilimsel yaklaşımından gelmektedir. Ezcümle, konuya ilgisi olanlar mutlaka okumalı.
Vefailik Bektaşilik Kızılbaşlık :
Alevi Kaynaklarını Tarihini ve Tarihyazımını Yeniden Düşünmek
Ayfer Karakaya-Stump
İstanbul Bilgi Üniversitesi Yayınları
Ekim 2015
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder
Not: Yalnızca bu blogun üyesi yorum gönderebilir.