5 Ekim 2017 Perşembe

Hikaye Avcısı

İstedim, istiyorum, isterdim

Güzellik içinde yürüyeyim.
Güzellik olsun önümde
ve arkamda güzellik
ve altımda
ve üstümde
ve etrafımdaki her şey güzellik olsun
bir güzellik yolu boyunca
ve güzellikle sona ersin

(Navajo halkının söylediği "Gecenin Türküsü"nden)

s. 253

Eduardo Galeano, 13 Nisan 2015 günü aramızdan ayrıldı. 2012 ve 2013 yıllarını üzerinde çalışmaya adadığı Hikâye Avcısı’nı ise en ince ayrıntısına kadar 2014 yazında tamamlamıştık. Ancak sağlık durumu nedeniyle, yayınlanma safhasının gerektirdiği tüm o editoryal koşuşturmadan onu korumak maksadıyla kitabın yayınlanışını erteledik. Hayatının son aylarında yapmaktan en çok hoşlandığı şeylerden birini yaparak metinleri ardı ardına baştan yazdı ve cilalayıp parlattı. Bu arada yeni bir kitaba başlamıştı ve daha yalnızca birkaç öyküsünü kaleme almış olduğu bu esere “Karalamalar” ismini verme fikri hoşuna gidiyordu. Ölümünden bir süre sonra Hikâye Avcısı’nı yayınlama planı tekrar gündeme geldiğinde, o yarım kalmış projenin üzerine de yeniden eğildik ve öyküleri bir kez daha okuyunca içlerinden birçoğunun Hikâye Avcısı’ndakilerle epey ortak noktası olduğunu görüp buraya eklenmeyi hak ettikleri fikrine kapıldık. İşte bu yüzden, o “karalamalar”dan yirmi kadarı bu kitabın parçası olmuştur […] Bu bölüm, onun cildin kapanışı olarak kararlaştırdığı ve eseri gerçekten kapatan şiirin ismini taşıyor: “İstedim, istiyorum, isterdim.”...
 s. 5-6, yayıncının notu
Carlos E. Diaz

 Eduardo Galeano
Hikaye Avcısı
Türkçesi: Süleyman Doğru
Sel Yayıncılık/Deneme
Ekim, 2017
262 s.

18 Eylül 2017 Pazartesi

9 kat tat ve Borges

9 kat tat yiyerek Borges Sekseninde'nin orasından burasından pasajlar okuyorum.

(9 kat tat çocukluğumdan beri en sevdiğim şeylerden biridir ve aynı zamanda Türkiye'deki standardı değişmeyen az sayıda şeyden biridir de. Çocukluğunda aldığın tadı ve hazzı herhangi  bir şeyden bu yaşında hala alıyor olmanın değeri çok büyük)

"Hayatım boyunca pek fazla kitap okumadım ama daha çok eskiden okuduklarımı yeniden okudum." diyen Borges ile 9 kat tat arasında yalnızca benim kurabileceğim bir bağ var :))

"Cenevre'de kendi kendime Almanca öğrenmiştim çünkü Schopenhauer'i aslından okumak istiyordum." diyen Borges ile "kendi kendime İngilizce öğrendim çünkü Saroyan'ı kendi dilinden okumak istiyordum" diyen ben arasında da oldukça sübjektif bir bağ var :))

Borges'in kör bir kütüphane yöneticisi olması ve benim kör olma olasılığı diğer insanlara göre %50 daha fazla olan bir kütüphane yöneticisi olmama ne demeli? :))

Fakat şurada ayrılıyoruz Borges'le:

"Durmadan hayal kurmalıyım, sonra da o hayaller sözcüklere dönüşmeli, ben de o sözcüklerle boğuşmalı, onlarla elimden gelenin en iyisini ya da en kötüsünü ortaya koymalıyım."






23 Haziran 2017 Cuma

Calvino -Seçme Mektuplar (1945-1985)






Öykü (23 yaş):

.... Bana kalsa hayatım boyunca öykü yazarım. Başladığın gibi bitirdiğin, bir çırpıda yazıp okuduğun, sepet dolusu yumurta gibi dolu dolu ve mükemmel olan, bir sözcük çıkaracak ya da ekleyecek olsan her şeyin darmadağın olacağı kısa ve güzel öyküler yazmak istiyorum.
Ayrıntılarda kaybolmak (23 yaş):
... Örneğin bir makalenin belli bir cümlesinde içimden belli bir isme atıfta bulunmak geçiyor. Örneğin: Chesterton. Çünkü Chesterton kulağıma iyi geliyor. Chesterton ve yanına bir sıfat koyayım diyorum. Chesterton gibi yüce. Ya da: Chesterton gibi bunalımlı. Ama Chesterton hakkında bir satır bile okumamışım: yüce miymiş yoksa bunalımlı mı, yazdığım şeylerle herhangi bir alakası var mı bilmiyorum. Peki o zaman ne yapıyorum? Chesterton'un kitaplarını bulmak için kolları sıvıyorum. Ve kitapları okuyorum. Chesterton'un tüm kitaplarını okuyorum. Chesterton hakkında yazılmış her şeyi de bulup okuyorum. İşte o zaman cümlede: Chesterton gibi... yüce, bunalımlı, durgun ya da şizofrenik yazabiliyorum. Hepsi bu. Ama bu arada, üç sözcük için on beş günümü harcamış oluyorum.

Üslup; bilim ve edebiyat (27 yaş):
... mektubunda benim için de geçerli olan pek çok motifi ortaya koyup derinleştiriyorsun  ve her yerden, özellikle de biçeminden, uzun uzun yazdığın giriş sözlerinden, bütün ara cümlelerinden, söylediklerinin yanlış anlaşılmasını engellemek için kullandığın bütün "eğer"lerden ve "ama"lardan hortlayan aşırı titizliğini bir kenara koyarsam, söylediğin her şeyin altına imzamı atarım. Sen hep bir züccaciye dükkanındaymışsın gibi hareket ediyorsun, bense fikirleri havaya, yere ya da duvara savurabileceğimizi düşünüyorum, içlerinden parçalanan olursa da olur; ben sadece ceza hukukunu andıran net kurallar vermek için değil de bir şeyleri kıpırdatmak, bir tepki uyandırmak, çözülmemiş bir sorunu gündemde tutmak vs için de yazılabileceğini düşünüyorum. Aramızdaki ayrılığın mesleklerimizin farklı oluşundan ileri geldiği açık: Benim yazmaktan anladığım şey edebiyat, seninkiyse sanırım bilim. Mesele bunları karşılıklı olarak birbirine katabilmekte.

Italo Calvino
Seçme Mektuplar
1945-1985
Hazırlayan: Luca Baranelli
Çeviren: Meryem Mine Çilingiroğlu
Haziran 2017

6 Mayıs 2017 Cumartesi

Gertrude Stein -Nasıl Yazmalı



Önceleri, nasıl yazılacağı konusunda bir şeyler öğrenmeye meraklıydım. Özel bir ilgi göstermesem de sanırım açıktım bu fikre. Elime geçtikçe bir şeyler okurdum bu konuda. Artık yazmanın birinden öğrenilebileceğine inanmıyorum. Elbette kişiden kişiye değişmeyen ilkeler de var, yazan herkesin katılacağı ama bir elin parmaklarını geçmeyen. Ancak bunlar zaten malum.

Diyeceğim, Stein'ın bu metnini yazma konusunda öğüt dinlemek için okumadım. Zaten onun da böyle bir derdi yok. Herzamanki gibi, birini ve kendimi daha iyi tanıyabilmek için okudum. Öyle de oldu.

Düşünmüş ve yazmış:

Bir tümce nedir.

Bir paragraf nedir.

Bir soru nedir.

Bir soru için teşekkür etmek yanlış değildir.

Cumartesiden bugüne değişiyoruz.



26 Nisan 2017 Çarşamba

Yumuşak, ılık ve tuzlu

Yanına uzandım.
Sırtına elimi koydum, başını bana çevirdi.
Benim yakışıklı oğlum, dedim. Benim güzel yavrum. Saçları güzel, kaşları güzel, burnu, ağzı, gözleri güzel oğlum, canım.
İçim yumuşadı, ağladım.

23 Ocak 2017 Pazartesi

daha çok



Ellerim cebimde, hızlı hızlı, çok da derin düşünmeden yürüdüğümde bazen, çiftlere dikkat ederim; daha doğrusu dikkatimi çekerler. Kadıköy çarşıda yüz metre yürüsen, tam da sen yanlarından geçtiğin an buluşan onlarcasına rastlarsın.  Birbirlerini görürler, biri diğerine doğru atılır ve sıkı sıkı sarılır, öper; yüzü allak bullak olur, güler. Diğeri biraz daha çekincelidir genelde, bazısı açık açık korkar; bu sevgi gösterisinden kaçmak ister. En kötüsü, sarılanın sırtını tıpışlayanlardır. Çocuk avutur gibi. İşte o zaman, çekilecek acıları gözümle görür gibi olurum. Çünkü dünyanın en hüzünlü şeyidir, birinin diğerini daha çok sevmesi. Açlığın, açıklığın, yalnızlığın, tüm yoksunlukların bir çaresi bulunur da, dünyanın bütün zenginliklerini bir araya getirsen bu eşitsizliğe çare bulamazsın.

kendi etnolojini yapmak



Sanırım okumaktan ve yazmaktan (ya da yazmayı hayal etmekten :) ) en çok zevk aldığım tür kişisel denemelerdir; bunların hep bir çeşit etnoloji olduklarını düşünmüşümdür. Geçen gün Pandora'da antropolog Marc Auge'nin "Yaşsız Zaman: Kendi Etnolojini Yapmak"ına rastladım. Yaş, yaşlılık ya da yaşsızlık üzerine 11 metinden oluşuyor. Ah, çok sevdim:

"İnsan yaşlanmayı kabul ederse iyi eder çünkü o alıngan bir hayvandır, kendisini tanımamazlıktan gelene sessizliğini pahalıya ödetebilir. Yaş gelince, kendini gösterebilir elbette, ama onu tüylerini okşayarak göz önünde tutmak, yaşa hoş geldiğini söylemek, gururunu okşamak, Noel Baba gibi torbasından cömertçe çıkardığı hediyelerini utanıp sıkılmadan saymak daha iyidir. Önünüze serer dağınık bir şekilde hediyelerini; bunların en önemlileri, tecrübeden gelen bilgelik, libidonun çektirdiği cefalardan sonra gelen sükunet, okuyup incelemenin sevinci ve gündelik hayatın küçük zevklerinin tadını çıkarmaktır. Kısacası, Antikçağ'dakilerin Erinyeler'i, yani intikam tanrıçalarını, Eumenideler, yani "Hayırlılar" diyerek çağırması gibi, yaş korkusunu yaşlanmanın sözde iyiliklerini anarak yok etmek gerekir." s. 13

19 Ocak 2017 Perşembe

Ölümdür zaferleri

These violent delights have violent ends
And in their triumph die, like fire and powder,
Which, as they kiss, consume. The sweetest honey
Is loathsome in his own deliciousness
And in the taste confounds the appetite.
Therefore love moderately. Long love doth so.
Too swift arrives as tardy as too slow.


Şiddetle başlayan hazların, şiddetle gelir sonu.
Ölümdür zaferleri, ateşle barut gibi.
Öpüşünce, tükenirler. 
Balın en tatlısından bile ikrah gelir,
körelir iştah.
O yüzden, mutedil sev ki uzun sevesin.
Acele eden de varamaz menzile,
ağırdan alan da. 

11 Ocak 2017 Çarşamba

günün getirdiği*





  • Bazen, nasıl göründüğüne hiç aldırmazsın, söz gelimi, üşümüşsen, içine bolca gazete kağıdı sokmak işe yarar: bu seni içine rastgele bir şeyler doldurulmuş çuvala benzetir, ama ısıtır. Keza, yakıcı güneş altında kafana gazete kağıdından bir külah fevkaladenin de fevkinde bir koruma sağlar. 
  •  
  • Bazen, bir filmde tek bir anı kaçırdığında bütün filmi kaçırmış olursun, boşa seyredersin, bir s.kim anlamazsın. Dikkatin dağınık olduğunda en iyisi, boş baktığın ve zihnin kim bilir nereye göç eylediği bir an fark edersen, filmi accık geri al.
  • Bazen, denk gelir: çok mu istemişsindir, karnın mı açtır, vakit mi erkendir, efkar mı basmıştır, nedir tam bilinmez; ama kafan gerçekten, hayallerin ötesinde iyi olur. Nadirdir, çok nadir. Bazen aylarca, yıllarca gelmez o kollardaki yumuşama, o ilham, o iyimserlik.
  •  
  • Bazen, bad request.
  • Bazen, "Someone just searched for you on Google", " and found your page on Academia.edu." kısmına kadar dünyanın en umutlu cümlesidir :)
  • Bazen, Pont-Neuf.
  • Her zaman: Kayıp ruhlar, kayıp ruhları arar. Tabii ki aradığını bilemez. Tabii ki bulduğunda anlamaz. Dolayısıyla bulamaz.
*Nurullah Ataç'ın denemeleriyle yakından ya da uzaktan alakası yoktur.