30 Aralık 2015 Çarşamba

Beden harcayıcı

Bu kısacık karlı günün büyük karı, Tomris Uyar'ın gündökümünden bir Mart günüydü. 20 Mart 1975:
Katırtırnağı, ebegümeci, radika, krizantem, ıtırşahi, süsen, nergis... Hepsi sevdiğim ama bir bakışta tanıyamadığım otlar, çiçekler. Bakara gülleri ve karanfil değil, menekşe ve papatya. Hayvanlardan, kanaryalarla muhabbet kuşları değil, kedilerle atlar. Madenlerden, bakır. Sonra yer döşekleri, su küpleri, top­rak sigara tablaları. 

Sonra, tenlerine değen madeni altından değil, gümüşten seçenler, kendi tenleri kokanlar; yol almaktan korkmayanlar, göçebe olanlar; "menkul" eşyalarıyla, şemsiye, mendil, çakmak gibi ufak fazlalıklarını bile durmadan yitirenler; para sayama­yanlar; biraz şaşkın, oldukça uyumsuz kaçanlar; gelişkin aletle­ri kullanamayanlar, uzayı umursamayanlar ama yerli filmler­de gözleri dolanlar, dolmuşlarda ve otobüslerde halkımızca ha­yat hikayesi dinleme uzmanlığına atanmışlar. 

Gülmeyi, paylaşmayı, sevmeyi bilenler; yemek pişirmeyi ve iyi yemek yemeyi uzun sofralarda, geniş tabaklarda; sevi­şirken öleceklerini sanacak kadar haz duyanlar, çok çocuk is­teyenler, çocuklarca seçilenler; unutmayanlar, ananlar, sızlan­mayanlar; dünyaya ve sevdiklerine kaptırdıkları şeylerin çete­lesini tutmayanlar, hep kazançlı, hep borçlu çıkanlar son he­saplaşmada. 

Gizlenmeyenler yani, gözden çıkaranlar, vericiler; sağlıkla­rını umursamayanlar, aşırılıktan korkmayanlar, soğuktan kaç­mayanlar, rüzgarda hırpalananlar, bozkır güneşine katlanabi­lenler, kendilerini sürüp gitmesi gereken bir soy değil, doğada bir birim olarak görebilenler; beden harcayıcıları. 

Başka türlü davranamayacakları için o türlü davrananlar, inançlarını bedenlerine böylesine sindirenler; evlerine sığınıla­bilir arkadaşlar, anneleri, kardeşleriyle. 

Yazma işini sancılı, kutsal kılan okurlar, aşka dönüştürenler. 

Tomris Uyar
Gündökümü I
s. 11-12

29 Aralık 2015 Salı

yoo yoo

Yoo hayır.

Beni kendinize benzetemeyeceksiniz.

Her seferinde yanılsam bile, ki yanılıyorum, bile isteye insanlara inanmaya, güvenmeye devam edeceğim. Yaralarımı göstereceğim, zaaflarımı göstereceğim, içimi açacağım sonuna kadar. İster yaralarımı daha çok acıtsınlar, ister ki içime girip talan etsinler...

Her seferinde, sanki daha önce hiç kandırılmamışım gibi güveneceğim.

Beyan esastır, ben ona bakacağım. Yanlış ya da mübalağalı beyan, kişinin kendiyle vicdanı arasındaki mesele. Ben onu düşünemem, düşünmek istemem. Yoksa kendim olamam ki...






19 Aralık 2015 Cumartesi

Neşemi kaybettim, hükümsüzdür



"Küçük Bedford Sokağı’nda nakliye kamyonları trafiğe takılmıştı. Su idaresi ana hat arayışıyla Father Demo Meydanı yakınlarını kazıyordu. Broadway’den karşıya geçip 25. Cadde’den kuzeye yürüyerek Sırpların koruyucu azizi Aziz Sava’ya ithaf edilmiş Sırbistan Ortodoks Kilisesi’ne yöneldim. Daha önce defalarca kez yaptığım gibi alternatif akımın koruyucu azizi Nikola Tesla’nın, kilisenin önünde yalnız bir gözcü misali yer alan büstünü ziyaret etmek üzere durdum. Bir Con Edison kamyonu tam karşıma park etti. Hiç saygı yok, diye geçirdim içimden.
-          Seninkiler de dert mi zannediyorsun? dedi bana.
-          Tüm akımlar size çıkıyor Bay Tesla.
-          Hvala!* Sana nasıl yardımcı olabilirim?
-          Ah, yazmakta güçlük çekiyorum. Atalet ve endişe arasında gidip geliyorum.
-          Ne yazık. Belki de içeri girip Aziz Sava için bir mum yakmalısın. Gemiler için denizdeki fırtınaları dindirir.
-          Evet, belki de. Dengemi kaybettim. Sorun ne bilmiyorum.
-          Neşeni kaybettin, dedi hiç tereddütsüz. Neşemiz olmadan ölü sayılırız.
-          Tekrar nasıl bulacağım peki?
-          Neşeli olanları bul ve onların kusursuzluklarına dal.
-          Teşekkür ederim Bay Tesla. Sizin için yapabileceğim bir şey var mı?
-          Evet, dedi, birazcık sola kayar mısın? Gölge ediyorsun."



* Sırp-Hırvat dilinde, Slovence ve Boşnakçada “teşekkür ederim” anlamına gelen söz.

M Treni
Patti Smith
s. 78


17 Aralık 2015 Perşembe

phantom pain






Phantom pain is pain that feels like it's coming from a body part that's no longer there (örnek: kalbin yerinde olmaması ama yine de ağrıması). Doctors once believed this post-amputation phenomenon was a psychological problem, but experts now recognize that these real sensations originate in the spinal cord and brain.

envanter



M Treni -Patti Smith (hayatının, düşlerinin, romantizmin, sıkıntı ve umudun, "hiçbir şey"in anlatısı)
Düş Dokumacısı -Douwe Draaisma (körler düşünde ne "görür"?; düşler ve beynin işleyişi)
Stadt des Flaneurs -Walter Benjamin (Berlin yadigarı; 1900'lerde Berlin'de çocuk Benjamin)
Ritual -Barry Stephenson (a very short introduction to the subject)
6 renk fineliner (heves edip alınmış ve kullanılmamış, kurumadan kullansana salak)
2 kurşun kalem (ÖSYM şeffaf kutusunda, arkası artık ısırılmayan)
silgi, 2 kalemtraş? (yanlışlar mı doğrulardan çok, doğrular mı yanlışlardan)
WD Harddisk (canımdır, canım kalsın)
Fişler, slipler (çöp evin temel harcı)
Faturalar (ödenmemiş, ne zaman ödenecek allahın bildiği)
Diş macunu (az kullanılmış)
Diş fırçası (az kullanılmış)
Ped (yarım paket)
Alka-Seltzer
USB kablo
Kredi kartları
Paso (42 yaşındayım, zafer ve lanet)
10 TL (10 ya da 5 TL ayarında para ile gezdim ömür boyunca, hiç de darda kalmadım, bir keresinde 10-15 km yürümüştüm yalnızca; gençtim ve yazdı)
4 adet USB stick (irili ufaklı, ağzına kadar dolu)
Milli piyango bileti (ya çıkarsa)
Jaegermeister (nane likörü, canodan armağan; cep kanyağı niyetine -içmelik değil taşımalık)
Adanın anahtarı (gitmesek de görmesek de o köy bizim köyümüzdür)
İşyerinin anahtarı (hafta sonu saadetinin anahtarı)
Bodrum Deniz Müzesi broşürü ve bileti (hatıralar candır, kuzen daha candır)
Prozac
Rimel, göz kalemi (bok var; sürsen ne sürmesen ne)
Bere (ucunda ponpon olan, Hüdaverdi tipi)
Kulaklık (paradan pasodan kimlikten her şeyden değerli, kıymetlim; evde unutmuşsam gider bir tane daha alırım, onsuz olmaz)
Fosforlu highlighter (umudun altını çizmeye)
Bozuk para çantası (boş, çünkü hepsi cebimde)
İmzalı kitap ve takı (arkadaşıma hedaye)
Zığara, ama çakmak yok (bok var)
Zığara paketine sokulmuş Rasputin Bar magneti
Not-referans kartları
Tuz
Kolonyalı mendil (tekli ve 15li bitmek üzere olan paket)
Deo-roll on
Ağrı kesiciler ve kas gevşeticiler (muhtelif)
Mürekkepli kalem
Çiğ badem (yemek yemeyi unutursam mideme giren olası krampı giderme babında)
Kredi kartı ekstresi (yüklü)
Saklama kabı (iki gün önce işyerine götürdüğüm haşlanmış yumurtanın kabukları içinde olduğu halde)
Toka (tokadan başka her şeyi takıyorum kafama, bu işte bir terslik var)
Ciklet (naneli)
Çöpler (ciklet kağıtları, kağıt mendil, ne idüğü anlaşılmayanlar...)
Kırıntılar (kaynağı belirsiz)
Bolca mite (tahminen)

Umberto Eco'nun Genç Bir Romancının İtirafları'nı okuduktan sonra listelere başka bir gözle bakmaya başladım. Liste varsa ya da oluşturulabiliyorsa bir anahat da vardır ya da olur; o varsa da konu ve akış sıkıntısı yoktur. Bahsettiği listeler gerçi yukarıdaki gibi bir şey değil ama... belki bunlar onun "kaotik listeler" başlığı altına girebilir.

Bayılıyorum listelere.








15 Aralık 2015 Salı

bir insanı sevmekle bitiyor her şey



"...Bugün artık biliyorum: hayatın bizlere verip verebileceği tek ödül, tek armağan, sevgi dolu bir insandır ve biz böyle bir insanı, ilk fırsatta katlederiz. Sonra da, ömür boyu, bu asla bağışlanmayan günahın lanetini sırtımızda taşırız."

Aslı Erdoğan
Kabuk Adam

14 Aralık 2015 Pazartesi

wings of desire




Zaman her yarayı iyileştirir. Ama ya zamanın kendisi bir hastalıksa? Sanki bazen hayata devam edebilmek için eğilmek gerekiyor. ....

Sanki acının bir geçmişi yok. Her şey gerçek olamayacak kadar güzelleştiğinde bitiveriyor. ....

Nereye gidersen git, sonunda duvara varıyorsun. ....

Yalnız ve ciddi değildim hiç. Zaten zaman ciddiyetsizdir. Hiç yalnız kalmadım. Ne tek başınayken ne de biriyle birlikteyken... Aslında artık yalnız olmak isterdim. Çünkü yalnızlık şu demektir: "Artık bir bütünüm."

Der Himmel über Berlin, 1987

10 Aralık 2015 Perşembe

Karl Marx'tan Jenny Marx'a mektup

Canım Sevgilim,

Sana gene yazıyorum; çünkü yalnızım ve sen hiç bilmeden veya işitmeden veya bana yanıt veremeden kafamda seninle sürekli diyalog kurmak beni rahatsız ediyor. Portrenin bu kadar kötü olması pek işime yarıyor ve Meryem Ananın en çirkin portrelerinin, “kararlı Madonna”ların bile, neden iyi portrelerden daha çok ve tükenmez hayranlar bulabildiğini şimdi kavrıyorum. Bu kararlı Madonna resimlerinden hiçbiri, senin gerçekte yaşlı değil de asık yüzlü olan ama sevimli, tatlı, öpülesi “dolce”[82] yüzünü hiç yansıtmayan fotoğrafından daha çok öpülmüş, koklanmış ve gözlerle okşanmış değildir. Yanlış resmedilmiş gün ışıklarını düzeltiyorum ve anlıyorum ki, lamba ışığından ve tütünden pek bozulmuş gözlerim yalnız düşte değil, uyanıkken de resmedebiliyorlar. Etinle, kemiğinle karşımdasın ve seni kollarımda taşıyorum, tepeden tırnağa öpüyorum; önünde diz çöküyor ve inliyorum: “Madam, sizi seviyorum”.

Ve sizi Venedikli zencinin her zaman sevdiğinden daha çok seviyorum. İki yüzlü ve kötü dünya bütün karakterleri iki yüzlüce ve kötü algılıyor. Beni karalayan bunca kişiden ve yılan dilli düşmanlarımdan hangisi beni ikinci sınıf bir tiyatroda birinci aşık rolünü oynamaya içten eğilimli olmakla kınadı? Oysa gerçek budur. Alçakların mizah yeteneği olsaydı, “üretim ve değişim ilişkilerini” bir yana ve beni senin ayaklarında öbür yana resmederlerdi. Altına da "Look to this picture and to that" [83] yazarlardı. Ama onlar aptal alçaklardır ve aptal kalacaklardır, in seculum seculorum.[84]

Bir süreliğine evde olmamak iyidir; çünkü o zaman bazı şeyler birbirinden daha iyi ayırtedilebilir. Yakından incelenen küçük ve gündelik şeyler kocaman olurken, yakında bulunan kuleler bile cüce görünür. Tutkular da böyledir. Yakınlıklarıyla insanın göğsünü sıkıştıran küçük alışkanlıklar gözden uzaklaşır uzaklaşmaz, tutkusal biçime bürünür, yiterler. Yakınında bulunmak nedeniyle küçük alışkanlıklar biçimine bürünen büyük tutkular, uzaklığın büyülü etkisiyle büyürler ve yeniden doğal büyüklüklerini alırlar. Benim aşkım da böyle. Yalnızca düşümde bile olsa benden uzaklaşmış olman yetiyor ve hemen anlıyorum ki güneş ve yağmur bitkilerin gelişmesine nasıl yarıyorsa, zaman da aşkımın büyümesine öyle yarıyor. Sana olan aşkım, senden uzaklaşır uzaklaşmaz ruhumun bütün enerjisinin ve gönlümün bütün karakterinin toplandığı bir dev gibi görünüyor. Kendimi gene insan olarak duyuyorum, çünkü büyük bir tutku duyuyorum; modern eğitimin nesnel ve öznel tüm etkileri bizi kuşkucu kılmış,  her şeyi küçük, önemsiz, sıkıcı ve belirsiz görmeye sevk etmiştir. Ama aşk, Feuerbachvari insana, Moleschottvari madde değişimine, proletaryaya duyulan aşk değil, tersine, sevgiliye ve özellikle de sana duyulan aşk, insanı yeniden insan yapıyor.

Gülümseyeceksin, tatlı sevgilim ve bütün bu belagate nasıl vardığımı soracaksın. Ama senin o tatlı ve temiz yüreğini yüreğime bastırabilseydim, susardım ve bir tek söz söylemezdim. Dudaklarla öpemediğim için de yazıyla öpmem ve sözcüklere başvurmam gerekiyor. Gerçekte şiir bile okuyabilir ve Ovid’in “Libri Tristum”una, gönül acısının Almanca kitabına uyak bile düşürebilirdim. Onu yalnızca İmparator Augustus sürdü. Oysa beni sen sürdün, ve Ovid bunu bilmiyordu.

Dünyada gerçekten birçok kadın var ve onların bazısı da güzel ama kırışıklarında yaşamımın en önemli ve en tatlı anılarının izlerini yansıtan bir yüzü bir daha nerede bulurum? Sonsuz acılarımı, yerine konmaz yitiklerimi bile senin tatlı yüzünde okuyorum, ve senin tatlı yüzünü öpünce, acıyla öpüşüyorum.

Onun kucağına gömülmüş, onun öpücükleriyle yeniden dirilmiş” – yani senin kucağına ve senin öpücüklerinle; Brahmanlara ve Pitagoras’a yeniden doğma öğretilerini ve Hıristiyanlığa yeniden dirilme öğretisini bağışlıyorum…

Hoşçakal tatlı sevgilim. Seni ve çocukları binlerce kez öperim.

Karl’ın


[82] tatlı
[83] Bir bu resme, bir de şuna bakın
[84] Yüzyıllardan yüzyıllara.

K. Marx, “Brief an Jenny Marx vom 21. Juni 1856 aus Manchester”.
Marx-Engels, Werke, Band 29, Berlin 1963, s. 532-536.

7 Aralık 2015 Pazartesi

ada(m) -2

kitabı koydum kenara, gözlerim kapandı. galiba 11e geliyordu. kafamda bere, ayağımda yün çorap, üzerimde birkaç kat yorgan, yün battaniye. üç buçukta uyanana kadar iyi uyumuşum. hiç de üşümedim. götürdüğüm elektrikli battaniyeyi bile kullanmadım, gerek görmedim. oysa soğuktu epey.

gözlerimi açınca nerede olduğumu anlayamadım önce, birkaç saniye. yüzüm bahçeye dönükmüş de; anlamam nispeten kolay oldu. yoksa duvarlarla işim zordu. camın kenarına bir kedi tünemiş, içeriye bakıyordu. ikimiz de birbirimizin yerinde olmak istiyorduk sanırım. neden sonra, yaprakların hafif hafif kımıldamasına bakarken, tekrar dalmışım. sabah olmak üzereydi.

sabah saatin alarmı çaldı; komşular kalktı; işine gidenler gitti, giderken bayağı bir gürültü de etti; annem aradı; sonra biri ağaçları budamaya girişti; bir diğeri odun kırdı; martılar avazları çıktığı kadar bağırdılar; kediler tepemde, çatıda tepindi, zalımca çiftleşti, kiremitler yerinden oynadı; ama ben tınmadım. eşşek gibi yattım. malak gibi yattım. öküz gibi serildim. manda gibi yuvarlandım. yattım yani. yıllar var ki 12 saate yakın yatmadıydım. bugüne kısmetmiş.

başucuma 1,5 litrelik bir su, ekmek, bir de kitabımı almıştım, sabaha karşı. arada tedariklendim. 11i buldum böylece. sonra kalkıp hızlıca giyindim. bahçeye çıktım. hava çok güzel. kendi mikrokozmosunu yaratmış olan yaprak yığınlarına bi göz bi de tekme attım. sizden mi korkucam?

dün akşam gün batarken gördüğüm, "gün ardına baktı" dedikleri doğru çıktı eskilerin, tabii ki. güneşli, durgun bir gün daha. hemen evden kıyıya doğru kopup aktım.

işlerime baktım, halledemedikten sonra, biraz vakit geçireyim, kahvemi içeyim diye bir yere çöktüm. yanıma kitap almamışım, el mecbur manzaraya baktım. o şiiri okuduktan sonra her manzara söz konusu olduğunda olduğu gibi, yine o şiiri hatırladım:

Ne yaklaşıyor
ne de uzaklaşıyor
ağustos sisinde
gözlerimle tutuyorum onu
gelincik tarlasının üstünde
kımıldamaya cesaretim yok
gereksiz düşüncelerimle
rüzgar esmesin diye


çünkü manzara onsuz olamaz
hissediyorum

Aksinia Mihailova /Şiirler
Çev. Zeynep Köylü 

canım, balım, deste gülüm, mor sümbülüm adamda, çok af buyursunlar ama, esnaf kazıkçıdır yani. şimdi her taraf market doldu, küçük esnaf battı, hiç bakkal kalmadı, ben de mutsuzum (bkz. galeri celal isimli yazı) fakat gel gelelim bu bilgi, cebinde çok paran yoksa, elzem bir bilgidir; bir şeye kalkışmadan önce çok düşünmek, pek çok düşünmek, taşınmak, danışmak gerekir. ben de öyle yaptım. kahvemi bitirince çarşıyı bi tavaf ettim. sordum soruşturdum. henüz bir şey elde edemedim; ben de eve döndüm, yapraklarla boğuştum, güreştim. onlar kazandı.





6 Aralık 2015 Pazar

ada(m)

deniz çarşaf gibi. gün batıyor. radyoyu kapattım. kafamın gürültüsüyle bir arada olmuyor. hani evde radyo açıkken biri gider üstüne bir de televizyonu açar. öyle.

gittim bir çay bir çizi aldım. çay bitti bir daha aldım. onu da içtim bir tane daha almaya gidiyordum ki "alayım abla" diye elimden kaptı bardağı büfeci, "bir tane daha alacaktım" demedim, diyemedim; döndüm oturdum kös kös.

gün batıyor; ben çocukken böylesine "gün ardına baktı" derlerdi. derler miydi? bana şu an her şeyin oluru var gibi geliyor. birbirine geçişli. hani sulu boyayı fazla sulu yaparsın da renkler birbirine karışır, kağıt yamulur, sinir bozar. öyle.

gün ardına bakarken ben de ona bakıyorum; bu kızıllık demekmiş ki -ben çocukluğumun laf dinlemelerinin yalancısıyım- yarın da hava açık ve güzel olacak. rüzgar da yok. marmara deniz değil sanki bir göl.

bön bön bakarken heybeliye yanaştık. sonra da çarçabuk geldik bizim adaya. biraz daha uzun sürseydi ya. biraz daha'dan kasıt? "sonsuza kadar gidebilirdim halbuki" hissi gelip geçiyor içimden. dışımdan. birbirine geçişli...

kış olduğu için doğru dürüst yolcu yok ve tekne küçük, bunun için oturduğum yerden bakınca ada sanki daha büyük görünüyor; öyle görününce de şu tropik volkanik adalar gibi geliyor bana, kıyıdan dimdik yükselen... oysa minicik adam benim, minicik Büyükadam.

adayı çok sevenler cemiyeti üyeleri bile bu mevsimde aksatmadıkları hafta sonu kalmalarından dönerken ben adaya gidiyorum; herkes gider mersine...

ne kadar ıssız, o kadar iyi.







4 Aralık 2015 Cuma

İkircikli Biricik



Bazen susulur, metin kendini takdim eder:

"... Mekanın kurucusu ihtiyar belirdi. Hemşin çınarı gövdesi ile geçti masanın diğer ucuna oturdu. Bu masa, servis dışı saatlerde personelin, mekan sahiplerinin masasıdır.

Mutfak tarafına baktı, kasada işi çekip çeviren oğullarına baktı. Nihayetinde bana döndü, "Nasılsın?" dedi ses telleri bitmiş bir gırtlak ile.

O sesin bir alt tonu eskiden dolmuş durağı kahyalarında olurdu. Dolmuş müşterisini toplamak için, "Gassaray Gassaray" şeklinde çığırdıklarında; ses biraz metalik, biraz ses telleri bitik, biraz sigara, biraz Güzel Marmara şarabı veya paşa gönlü ne çekerse, ama gırtlakta var bir düğüm, ses o düğümü aşarken yolda yanıyor.

'Teşekkür ederim iyiyim. Siz nasılsınız?'

'Boşver,' dedi eliyle. 'Amaan,' der gibi, 'ben de bu dünyaya geldim geleli, emaneten bir don giymişe döndüm,' der gibi, 'geldik gidiyoruz,' der gibi.

Bu hareketi sık yapar. Bana zamanı sallıyor gibi gelir o el öyle yapınca. Görmüş geçirmiş adam. İkinci cihan harbi arefesinde, Trabzon limanından gemi ile gencecik bir delikanlı olarak gelmiş. Mason locasının arka sokağında bira, şinitsel veren bir mekan varmış. Mekan sahibi Bay Fischer çocukları ile Almanya'dan gelmiş. Belki de Gamalı Haç'tan kaçmış.

Bay Fischer'in yanında bulaşıkçılığa başlamış. Bu esnada mesleki terbiye, iş disiplini almış. İşin gidişatına bakmış, bulaşıktan ziyade servise yatkın olduğunu düşünmüş. Düşüncesini gerçekleştirmeyi denemiş. Allah, Hızır ve Odin, onun düşüncelerini gerçekleştirmeyi deneyen bir insan olmasından hoşnut olmuşlar. İşini rast getirmişler. Genç yaşında Postacılar Sokak'ta Hristaki Taverna'da şef olmuş. Oradan yürümüş, 1954'te Demokrat Parti devrinde, Baba Nişan adlı Ermeni'den bu mekanı almış. Alış o alış.

Bir gün bana, "tükenmez" adlı bir meze'den söz etti. Savaş, kıtlık, yokluk günlerinde bir tepsiye su doldurup, ortasına bir kalıp beyaz peynir yerleştirip, peynir yağını suya bırakırken ekmeği banıp, arada peynir tırtıklayıp, su azalınca ilave edip...

Kapı açıldı, iki kadın bir adam belirdi. İhtiyar, kadınları görünce canlandı. Kalktı yanık sesi ile şakıdı. Aldı müşteriyi, götürüp bir masaya oturttu. Ayrılmadı bir süre masanın başından. Sağa sola parmak şıklattı servise gaz verdi. Veya kadınlar hoş, güzel idi, ihtiyar kendine gaz verdi. Veya zamanı salladı.

'Yaşlı erkeklerde hayat enerjisi üretme halleri' şeklinde bir fikir gezdirdim. Hemşin çınarı ihtiyar ile Marcello derler çapkın bilinir bir İtalyan'ı zihnen yan yana getirdim. Birbirlerinin dilini bilmiyorlardı ama kadeh tokuşturmayı ve kapıdan giren kadınları karşılarken ışıldamayı biliyorlardı.

Cep telefonuma mesaj geldi. 'Köprücük kemikleri belirgin kadın' doğum günümü kutluyor.

Başka zaman olsa, 'ne gereği var, ayrıldık ya biz' şeklinde kaşıntım tutardı. Fakat bu akşam ruhen güzelim. İyi kötü bir denge tutturmuşum. Kendimi bile bağışlamışım. Telefon açıp 'teşekkür ederim' diyebilirim.

'Teşekkür ederim. İncittiğim için özür dilerim. Esasen bende oldum olası, 'ulan bu hayatta bir şeyler eksik' duygusu vardır. İçimde bir yerlere yapışıktır. Yapıştığı yerde, kel şahısların zaman zaman ellerini enselerine götürüp 'acaba pencere mi açık?' diyerek sağa sola bakınmaları gibi davranışlara sebep olan sürekli bir esinti vardır. Bu ruh keli bende mi var veya hayat mı böyle? Bilemedim? Bu soruya bir cevap bulamadım, bulup tamam olamadım. Sizi mesud edemedim. Sizi de benim bu hallerim sarmadı....'

...

Yakın bir arkadaş, adı lazım değil, çok gerekli ise zamanlaması itibariyle 'kaderin cilvesi' diyelim, yanında karısı ve bir arkadaşı ile belirdi. Severim kendisini ve ailesini. Rahmetli pederi, kış vakti Tarabya'dan denize girenler cemiyeti mensubuydu. Cemiyet dediğim neticede 3 arkadaş idi. Kalktım ayakta selamladım.

'Niye kapı ağzında oturuyorsun?'

'Kapı ağızlarını severim. Her an kaçıp gidebilmek ihtimalini diri tutar,' dedim.

Gülerek söyledim. Bazı şeyler gülerek söylendiğinde sorgulamadan geçiştirebileceğimiz tabii bir şey oluyor.

Gidip masalarına oturdular.

İç sesim, 'O yar'e mektup yazdın, yollayamadın,' dedi.

Hatırlatma yerindeydi. Bir cevap vermek gerekirdi. Cevaben telgraf çektim: 'Teşekkür ederim.'

'Kibarlık, bazı hallerde samimiyetsizlik olabilir,' dedi iç sesim.

Haklı. Ama konu bu değil."

İlhami Algör
İkircikli Biricik
İletişim Yayınları, 2015