Canım Sevgilim,
Sana gene yazıyorum; çünkü yalnızım ve sen hiç bilmeden veya
işitmeden veya bana yanıt veremeden kafamda seninle sürekli diyalog
kurmak beni rahatsız ediyor. Portrenin bu kadar kötü olması pek işime
yarıyor ve Meryem Ananın en çirkin portrelerinin, “kararlı
Madonna”ların bile, neden iyi portrelerden daha çok ve tükenmez hayranlar
bulabildiğini şimdi kavrıyorum. Bu kararlı Madonna resimlerinden
hiçbiri, senin gerçekte yaşlı değil de asık yüzlü olan ama sevimli,
tatlı, öpülesi “dolce”[82] yüzünü hiç yansıtmayan fotoğrafından daha çok
öpülmüş, koklanmış ve gözlerle okşanmış değildir. Yanlış
resmedilmiş gün ışıklarını düzeltiyorum ve anlıyorum ki, lamba
ışığından ve tütünden pek bozulmuş gözlerim yalnız düşte değil,
uyanıkken de resmedebiliyorlar. Etinle, kemiğinle karşımdasın ve seni
kollarımda taşıyorum, tepeden tırnağa öpüyorum; önünde diz
çöküyor ve inliyorum: “Madam, sizi seviyorum”.
Ve sizi Venedikli
zencinin her zaman sevdiğinden daha çok seviyorum. İki yüzlü ve kötü
dünya bütün karakterleri iki yüzlüce ve kötü algılıyor. Beni karalayan bunca kişiden ve yılan dilli düşmanlarımdan hangisi beni ikinci sınıf bir
tiyatroda birinci aşık rolünü oynamaya içten eğilimli
olmakla kınadı? Oysa gerçek budur. Alçakların mizah yeteneği olsaydı,
“üretim ve değişim ilişkilerini” bir yana ve beni senin ayaklarında öbür
yana resmederlerdi. Altına da "Look to this picture and to that" [83]
yazarlardı. Ama onlar aptal alçaklardır ve aptal kalacaklardır, in
seculum seculorum.[84]
Bir süreliğine evde olmamak iyidir; çünkü o zaman bazı şeyler birbirinden daha iyi ayırtedilebilir. Yakından incelenen küçük ve gündelik şeyler kocaman olurken, yakında bulunan kuleler bile cüce görünür. Tutkular da böyledir.
Yakınlıklarıyla insanın göğsünü sıkıştıran küçük alışkanlıklar gözden uzaklaşır uzaklaşmaz, tutkusal biçime bürünür,
yiterler. Yakınında bulunmak nedeniyle küçük alışkanlıklar biçimine bürünen
büyük tutkular, uzaklığın büyülü etkisiyle büyürler ve yeniden doğal
büyüklüklerini alırlar. Benim aşkım da böyle. Yalnızca düşümde bile olsa benden
uzaklaşmış olman yetiyor ve hemen anlıyorum ki güneş ve yağmur
bitkilerin gelişmesine nasıl yarıyorsa, zaman da aşkımın büyümesine öyle
yarıyor. Sana olan aşkım, senden uzaklaşır uzaklaşmaz ruhumun bütün enerjisinin ve
gönlümün bütün karakterinin toplandığı bir dev gibi görünüyor. Kendimi
gene insan olarak duyuyorum, çünkü büyük bir tutku duyuyorum; modern eğitimin nesnel ve öznel tüm etkileri bizi kuşkucu kılmış,
her şeyi küçük, önemsiz, sıkıcı ve belirsiz görmeye sevk etmiştir. Ama aşk, Feuerbachvari insana, Moleschottvari madde
değişimine, proletaryaya duyulan aşk değil, tersine, sevgiliye ve
özellikle de sana duyulan aşk, insanı yeniden insan yapıyor.
Gülümseyeceksin, tatlı sevgilim ve bütün bu belagate nasıl
vardığımı soracaksın. Ama senin o tatlı ve temiz yüreğini yüreğime
bastırabilseydim, susardım ve bir tek söz söylemezdim. Dudaklarla
öpemediğim için de yazıyla öpmem ve sözcüklere başvurmam gerekiyor.
Gerçekte şiir bile okuyabilir ve Ovid’in “Libri Tristum”una, gönül
acısının Almanca kitabına uyak bile düşürebilirdim. Onu yalnızca
İmparator Augustus sürdü. Oysa beni sen sürdün, ve Ovid bunu bilmiyordu.
Dünyada gerçekten birçok kadın var ve onların bazısı da güzel ama
kırışıklarında yaşamımın en önemli ve en tatlı anılarının izlerini yansıtan bir yüzü bir daha nerede bulurum? Sonsuz
acılarımı, yerine konmaz yitiklerimi bile senin tatlı yüzünde okuyorum, ve
senin tatlı yüzünü öpünce, acıyla öpüşüyorum.
“Onun kucağına gömülmüş, onun öpücükleriyle yeniden dirilmiş” – yani
senin kucağına ve senin öpücüklerinle; Brahmanlara ve Pitagoras’a
yeniden doğma öğretilerini ve Hıristiyanlığa yeniden dirilme öğretisini
bağışlıyorum…
Hoşçakal tatlı sevgilim. Seni ve çocukları binlerce kez öperim.
Karl’ın
[82] tatlı
[83] Bir bu resme, bir de şuna bakın
[84] Yüzyıllardan yüzyıllara.
K. Marx, “Brief an Jenny Marx vom 21. Juni 1856 aus Manchester”.
Marx-Engels, Werke, Band 29, Berlin 1963, s. 532-536.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder
Not: Yalnızca bu blogun üyesi yorum gönderebilir.