Bu metni yazmak için oturduğumda, aklımda ne bir konu, ne
bir imge ne de müziğe benzeyen bir şey vardı. Yani denebilir ki, hiçbir şey
yoktu. Bir tek başlangıçlara duyduğum ilgi ve başlık vardı: Der Anfang. Başlık
da sanki hiçlikten, kendiliğinden gelmişti.
Herhangi bir defteri alıp temiz bir sayfa açtım, üzerine,
Der Anfang yazdım. Şaşırdım. Konuşurken
zorlandığım, oldum olası ısınamadığım bir dil. Devamını da getirebileceğimden
değil. Ama bir anlamı olmalı; yokladım, elime belli belirsiz bir şeyler geldi:
dilim ve vatanım çoktan sarsılmış içimde sanki.
Başlangıçların anlamı
Başlangıçların bir anlamı tabii ki vardır genel olarak.
Başlamanın o belirli anından sonra her şeyin farklı olacağına dair bir inanç olmalı
her şeyden önce. Başlangıcın istenen doğrultuda devam edeceğine duyulan umut
mudur, sil baştan yapmaya yönelten? Yenilenme, kabuk değiştirme ya da tövbe?
Vallahi bundan sonra her şey farklı olacak, diyoruzdur belki kendimize…
Başlangıçlar ve umut
Bir yerde okudum, “bir kitabın arasına ayraç koyup yatmak,
ertesi gün uyanacağına ilişkin bir umut beslemektir” diyordu. Ölümün kardeşi
uykudan yeni bir gün daha talep ettik ve eminiz kabul olacağından. Her yeni gün
de yeni bir başlangıç değil midir?
Başlangıçlar ve rüyalar
Başlangıçların motivasyonu umuttan, çekiciliği ise temiz
sayfaları, temiz yastıkları, çarşafları sevmemizden geliyor olmalı. Hani bir de
şu denir: ilk yattığın evde gördüğün rüya gerçek olur.
Başlangıçlar ve listeler
Edward Said ve de Umberto Eco’dur.
Başlangıçlar ve sonuçlar
Benjamin, Tek Yönlü Yol’da şöyle diyor: “Büyük
yazarlar tamamlanmış yapıtlardansa ömür boyu üzerinde uğraşmaya devam ettikleri
fragmanların yükünü daha çok hissederler. Çünkü sonuçlardan benzersiz bir haz
duyanlar, ancak nispeten zayıf ve kafası karışık olanlardır; bu bütünlenmenin
kendilerini hayata iade ettiğini düşünürler. Oysa deha her kesintiyi, kaderin
her vuruşunu, işliğinde çalışırken dalıverdiği müşfik uyku gibi karşılar. Ve
bunlardan fragmanlarla tılsımlı bir çember örer. ‘Deha zahmettir’.” (Standart
saat, Son bakışta aşk. s. 52)
Yeni bir yol bulmalı, yazmaktan geçen
41 yaşındayım ve bu yaşa kadar öğrenmem gerekenleri
öğrenemediğim kanısındayım. Bununla birlikte, aslında, “öğrenmem gerekenler”in de
ne olduğu konusunda en ufak bir fikrim bile yok. Bu bir his sadece. Ne kadar
sendelediğime ve savrulduğuma bakarak içimden sık sık tekrarladığım bir söz
öbeği. Yalnız, kırkıma yaklaşırken, aynı anda hem lanetim hem de kurtuluşum olan tek
bir yaşamsal bilgiye sahip olduğumu fark ettim: panta rei.
Her şeyin akacağı bilgisi bir lanet, çünkü hiçbir acının aynı kalmayacağı, aynı zamanda hiçbir kaybın da dünyanın sonu olmayacağı anlamına geliyor; bana göre çevirisi, tutkunun yitimi. Tutkusuz yaşanır mı? Ben bir kişiyi, bir durumu, bir kitabı, bir bilgiyi, herhangi bir olguyu, hayatın onsuz olamayacağı duygusuyla isterim. Bir şeyin başka bir şeyle ikame edilebilirliği, vazgeçilebilirliği, hayatı benim için anlamsız ve dolayısıyla çekilmez kılar.
Her şeyin akacağı bilgisi bir lanet, çünkü hiçbir acının aynı kalmayacağı, aynı zamanda hiçbir kaybın da dünyanın sonu olmayacağı anlamına geliyor; bana göre çevirisi, tutkunun yitimi. Tutkusuz yaşanır mı? Ben bir kişiyi, bir durumu, bir kitabı, bir bilgiyi, herhangi bir olguyu, hayatın onsuz olamayacağı duygusuyla isterim. Bir şeyin başka bir şeyle ikame edilebilirliği, vazgeçilebilirliği, hayatı benim için anlamsız ve dolayısıyla çekilmez kılar.
Her şeyin akacağı bilgisi aynı zamanda bir kurtuluştur, çünkü bir şey ne
kadar acı olursa olsun geçecektir.
Müzisyen değilim, ressam ya da heykeltıraş değilim.
Sanatçılardır, yitip gitmeyen. Sanatçı değilim ama en
azından kelimelerim var, tutkuyla bağlı olduğum. Birkaç dilde kelimeler. Ve
kelimelere olan tutkum sürdükçe muhtemelen yaşayacağım. Şimdilik sürüyor. Kelimeleri öyle
bir araya getireceğim ki bu bir ertesi güne, yeni bir başlangıca benzeyecek. Ve
ben bir gün daha yaşamanın bir yolunu bulacağım.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder
Not: Yalnızca bu blogun üyesi yorum gönderebilir.