Rıhtım Caddesi’nde yürüyorum. Yürüyorum demek de doğru değil
aslında, her adımda duraksatan, bir pazar yeri itiş kakışıyla ilerlemeye
çalışılan bir sürüklenme bu. Vakit geç. Otobüs şirketlerinin servisleri yol
boyunca sıralanmışlar. Gidenler, uğurlayanlar, satıcılar ve benim gibi yoldan
geçenlerle tam bir keşmekeş. Biraz ilerde arkadaşımla buluşacağım. İçimde bir
özgürlük duygusu var: evden sıyrılmışım
sonunda. Arkadaşımla en az üç dört saat bir yerde oturup kafa çekecek ve
laflayacağız. Ben hep yaşlandığımdan bahsedeceğim, kafamın dağınıklığından
bahsedeceğim. İkimiz de hep aynı şeyleri konuştuğumuzu düşünecek ama yine de hep
aynı şeyleri konuşacağız.
Yürürken kimseye bakmamaya, kimseyi görmemeye çalışıyorum. İnsanların hikâyelerini
öğrenmek istemiyorum. Eğer öğrenirsem, onlar için üzülecek, sevinecek, elde
olmadan yüklerini sırtlayacağım. En hafif hikâye bile ağır bir yük şu anda.
Kendimi zor taşıyorum; gücüm yok sizi de taşımaya, diye düşünüyorum.
Ne diye palavra sıkıp duruyorum, kendime bile? Al işte,
takıldı bakışlarım. Durdum ona bakıyorum şimdi: Otobüsün camına alnını yaslamış genç bir kıza.
Önümde duran delikanlıya el sallıyor. Gözleri dolmuş. Ağladı ağlayacak. Kendi
gidiyor ama başka her şeyini burada bırakmış. Boca ediyor bütün duygu yükünü
üzerimize. Delikanlının yüzünü görmüyorum iyi ki. Tam arkasındayım.
Otobüs yavaşça hareket etti. Ama ilerleyemedi. Trafik yoğun.
Veda anı uzadıkça, hüznü dayanılmaz hale geldi. Kızcağız demir alan gemiden bir
halat atmış, delikanlı da tutup babaya sarıvermiş gibi, neredeyse gözle görünebilen bir bağ var arada. Sonunda hüzün halatı gerildi, gerildi, bir süre sonra koptu
ister istemez, otobüs ilerledi. Arkasından baktık biraz, kızı göremeyene kadar.
Otobüs hala görünüyordu baksan, ama kızı göremedikten sonra, ne yapacağız
otobüse bakıp da. Ağlıyor mudur acaba...
Delikanlıyla yürüdük, o önde ben arkada, birlikte. Omuzları
düştü. Durdu. Ben de durdum. Cebinden ağır ağır paketini çıkardı. Bir sigara
yaktı. Çektiği ilk nefesle yürümeye başladı. Üfleyince ben de ona olabildiğince
yaklaştım, dumanını içime çektim. Sigaradan güç almış gibiydi, hızlandı. Ben de
hızlandım. Gölgesi gibi takip ederken onu, az ötede önüme biri atladı: “CD oyun
lazım mı abla”. Sonra aramıza mesafe girdi, gözden yitirdim onu. Tam da o anda,
can simidi gibi göründü arkadaşım gözüme. Ayrılanları unutmaya çalıştım artık;
evden çıkalı on beş dakika değil de sanki gençliğimin yirmi yılının birden
geçtiğini düşünmemeye çalıştım. Olanca gücümle kulaçladım kalabalık denizini,
ona doğru.
2013 kışı, Kadıköy
2013 kışı, Kadıköy
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder
Not: Yalnızca bu blogun üyesi yorum gönderebilir.