11 Şubat 2015 Çarşamba

Gertrude Stein

Pere Lachaise serimizin ikinci kişisi, mezarının mütevazılığıyla karşıt bir kişi olan, görkemli, heybetli Gertrude Stein.

Bizdeki "varayım danışayım abulama, ablam benimmm" kurumunun Paris versiyonu olan Stein abla ve danışanları, çok müstesna bir topluluktur. Hemingway abimiz Paris Bir Şenliktir adlı kitabında Stein'dan sık sık söz eder; Hemingway üzerinde Stein'ın emeği büyüktür.

Gertrude Stein, 1874'te doğmuş ve 1946'da ölmüş, yapıtından çok yaşamıyla, dostluğuyla sanat çevresini etkilemiş ABDli yazar. Stein'ın yaşamında hayat arkadaşı Alice B. Toklas'ın yeri önemlidir. 1907'den 1946'da Stein'ın ölümüne dek birlikte yaşamışlardır.

Gertrude Stein, heykeli dikilecek kadındır. Ki dikilmiştir de :) Man Ray'in fotoğrafında Stein, heykeltıraş Jo Davidson'a poz verirken görülüyor.



Heykel bugün New York'ta Bryant Park'ta bulunmaktadır.

Stein'ın heykelinin yanı sıra resmi de yapılmıştır, hem de Picasso tarafından. Kendi koleksiyonunda başka Picassolar da bulunmaktadır. Hem heykelde hem de resimde görülen poz, onun alametifarikası olmalı :)



Bu önemli hanımı, Hemingway'in yukarıda söz ettiğim kitabıyla tanıdım. İkinci bölüm, Bayan Stein Öğretiyor, tamamıyla ona ayrılmıştır; kitabın devamında da adı sık sık geçecektir. "Bayan Stein"ın sanırım başlarda Hemingway için çekici tarafı, sıcak, uğranası bir ortam, nefis yiyecek ve likörler sunmasıymış. Sonraları düzenli hale gelen ziyaretlerde, öyküleriyle ilgili değerli yargılar ve yüreklendirmeler de bulmuş Hemingway. Gazeteciliği bırakıp yaşamını edebiyatçı olarak sürdürmek istediğinde, Stein, Ezra Pound ile birlikte onu destekleyen kişidir aynı zamanda. Yani belli bir ölçüde de olsa Hemingway'in yapıtını borçlu olduğumuz kişidir. Hemingway Paris Bir Şenliktir'de şöyle anlatıyor Stein'ı:

"...stüdyoya uğramayı giderek sevmeye başladım. Bayan Stein her gelişimde bana doğal eau-de-vie [ab-ı hayat, yani bir çeşit renksiz brandy :) ] verir, bardağımı yeniden doldurmak için üstelerdi; resimlere bakardım, sonra konuşurduk. Resimler coşku verici, konuşmalar ise çok yararlıydı. Çoğunlukla o konuşur, bana çağdaş resim ve ressamları -ressam yönlerinden çok insan yönleriyle- ve kendi işini anlatırdı. Kendi yazdığı, arkadaşının da [Toklas] her gün daktiloya çektiği elyazmasının birçok cildini göstermişti bana. Her gün yazabilmek onu mutlu ediyordu fakat onu daha iyi tanıdığım zaman anladım ki, sürekli mutlu olabilmesi için, kuvvetine göre değişen bu düzenli günlük çıktının basılması ve kabul görmesi gerekliydi.
Adını ilk duyduğum zaman üç öyküsü basılmış ve herkesçe tanınır olduğu için bu bakımdan ciddi bir durum yoktu. Bu öykülerinden biri Melanchta, çok güzeldi; deneysel yazılarının başarılı örnekleri kitap olarak basılmış ve onu tanıyan ya da bilen eleştirmenlerce çok övülmüştü. Onun özelliğiydi bu: birini kendi yanına çekmek istediğinde direnmeyle karşılaşmazdı; onu tanıyan ve resimlerini gören eleştirmenler, onun kişiliğine duydukları ilgiden ve yargısına olan güvenlerinden ötürü yaptıklarını göklere çıkarmaktan geri kalmazlardı. Bu arada, sözcüklerin ritmi ve yinelenmesi konusunda doğru ve değerli birçok gerçeği açınlamıştı, çok iyi konuşurdu bu konularda.
Gelgelelim, basılmayı ve kabul görmeyi o denli gereksindiği halde, can sıkıcı gözden geçirme işinden ve yazılarını anlaşılır bir biçime sokma zorunundan nefret ederdi; özellikle, o inanılmaz derecede uzun kitabı Amerikalılar Böyledir'de böyle olmuştu.
Görkemli bir şekilde başlayan kitap, parlak bir zekanın ürünü olan başarılı tiratlarla uzun süre çok iyi gittikten sonra, biraz insaflı, zamanı biraz değerli bir yazarın çöp sepetine uygun bulacağı sonu gelmeyen yinelemelere giriyordu. Bunun, derginin ömrü boyu süreceğini bile bile, kitabı, Ford Madox Ford'a, The Transatlantic Review'da yayımlattırdım -daha doğrusu yayımlatmak zorunda bırakıldım- ve ondan sonra kitabı daha yakından tanımaya başladım. Kitabın dergide yayımlanması için Bayan Stein'ın basım örneğini baştan sona okumak, bu iş ona hiç de zevk vermediğine göre onun yerine bana düşüyordu."

Stein cephesinden işin aslını bilemediğimizden, bu yazıya bakarak hafif Stein lehine gibi gözüken -palavracı Hemingway'e inanırsak- simbiyotik bir ilişkinin geliştiği görülüyor. 

Stein'ın iki sözü beni etkilemiştir. Biri, Hemingway ve kuşağını "Une Generation Perdue/A Lost Generation", yani yitik kuşak olarak tanımlamasıdır. Hemingway bu tanımı Güneş de Doğar kitabına epigraf olarak kullanır. I. Dünya Savaşı sonrası kuşağını adlandıran bu tanımlama, Hemingway'i olduğu kadar, F. S. Fitzgerald, John Dos Passos, Ezra Pound ve T. S. Elliot gibi şair ve yazarları da niteler. 

Beni etkileyen diğer sözü ise yazma eylemiyle ilgili; Everybody's Autobiography'de söyledikleri. Hemingway'in de dediği gibi, her gün düzenli olarak yazdığını söyler; yalnız, günde yarım saatten fazla yazmayı hiç becerememektedir. Ancak şunu da ekler: "Eğer günde yarım saat yazıyorsanız, yıldan yıla bu oldukça büyük bir metin eder. Elbette her gün, gün boyunca yazınızı yazacağınız o yarım saati beklersiniz."

Doğrusu ikincisinden birkaç aydır faydalanıyorum. Gittikçe vazgeçilmez bir alışkanlık haline gelmesini umduğum günlük yazma rutinime yaptığı, kulağıma küpe ettiğim katkısından dolayı, teşekkür borçluyum kendisine. 

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder

Not: Yalnızca bu blogun üyesi yorum gönderebilir.