1 Mart 2015 Pazar

Deli Boran -1

Artık bir süre tezden başımı kaldırmak istemiyordum ki, Yaşar Kemal'i yitirdik. Gönlüm elvermedi ardından sessiz kalmaya; onun çok bilinmeyen folklorcu yönünden burada söz etmek istedim. Oysa belki de yaptığı derlemeler Yaşar Kemal yazınının asıl kaynağıdır.

Benim için bu derlemelerin önemi, bu sayede antropolojinin verdiği egzotik zevki bir kenara koyup gözümü kendi topraklarımızın etnografyasına, folkloruna çevirmemi ve bunun anlamını takdir etmemi sağlamış olmasından gelmektedir.

Burada tefrika edeceğim halk hikayesi, Yaşar Kemal'in Sarı Defterdekiler adını vererek bir araya topladığı folklor derlemelerinden biri. Kendisi bu derlemelerin meydana getiriliş ve yayımlanış sürecini şöyle anlatıyor:

"Gençliğimin sekiz dokuz yılı folklor derlemeleriyle geçti. Elbette bu yıllarda şiir, hikaye de yazıyordum. Derleme kolay bir iş değildi. Daktilom yoktu o zamanlar, onun için el yazılarımı temize çekemiyordum. Salt sarı defterleri bir sandıkta üst üste yığıyordum. Her seferinde de bu defterler polis kazasına uğruyordu. Yalvar yakar, kimse gözünün yaşına bakmıyordu. Etmeyin eylemeyin, bunlar ulusal kültürün birer parçası, çok emek verdim, dağ taş dolaşarak bunları toplamak için canım çıktı. Kim anlar, kim dinler...
Yıllar sonra, anamın öldüğünde kasabaya gittim, sandığında sarı defterlerin olduğunu söylediler. Baktım, bir kısım derlemelerimdi bu sarı defterdekiler. Nasılsa candarmanın hışmından kurtulmuş, bir sandık köşesinde kalmışlardı. Aldım İstanbul'a getirdim. Temize çekmeye hiçbir zaman vaktim olmadı. Bir yanda romancılık, bir yanda başka işler bana bu olanağı vermedi. Aklıma geldi, Alpay (Kabacalı) tekerlemeleri ağıtları okumuştu. Alpay'la bir iki deneme yaptık. Alpay benim yazımı hemen çözüyordu. Bundan sonra sarı defterleri tümüyle Alpay arkadaşıma armağan eyledim. "Bu defterdekiler her yönüyle senin", dedim. "İster sende olduğu gibi kalsın, ister çöz kitap yap, ne yaparsan yap." aradan çok geçmedi, Alpay sarı defterdekileri daktiloya çekmiş, bana getirdi. Üstünde biraz çalıştık. Benim için bir mutluluk oldu. Hiç olmazsa bunlar kurtulmuştu, zalim yağının elinden. Alpay sağolsun."

Deli Boran 

Evvel zaman içinde kalbur sarat içinde, deve tellallık ederken, sıçan berberlik ederken, Irışvanoğlu derler bir bey varmış. Bunun da Kınalı hatun adında bir evladı (bacısı) varmış, başka kimsesi yokmuş. Kapısında da Öksüz Yakup adında bir kölesi varmış. Köleyle, efendim, kız arayı tutturmuş. Irışvanoğlu avdan gelir imiş, bakmışkine, pınarın başından bir oğlan gidiyor, bir de kız. Orada sevişirlermiş. Irışvanoğlu da gelirken üstlerine geliyor. Irışvanoğlu onları görüyor. Irışvanoğlu diyor ki:Ulan, ben bunların ikisini de öldürsem katil olurum. Ben bu kızı başka birine veririm. Bu kölenin de hatırına hiç dokunmam. Gelen düğürcülere, kıza düğürcü geliyor, diyor ki:

-Bir haftaya kalmadan kızı götüreceksiniz. Kimseye haber vermeden.

Gün geliyor, hafta yetiyor, akşamlayın, önünde bir bölük davarla birkaç tane avrat, bir kısım seğmen, kınacı geliyorlar. Fakat bunların kınacı olduğunu ne kız biliyor ne de Öksüz Yakup. Öksüz Yakup, gelen misafirlere, misafir diyerek kahve pişiriyor. Kahveyi ilettikten sonra, yaşlıca avradın birisine diyor ki:

-Sorma acep olmasın teyze, nereye gidiyorsunuz? Hizmetiniz neci?

Karı diyor ki:
-Oğlan sen buralı değil misin yoksa? Biz Kınalı hatuna kınacı geldik.

Öksüz Yakup'un fincanlar elinden dökülüyor. Gözlerinden yaş akıyor.
-Bundan sonra, dünya bana haram oldu. Başımı alayım da gideyim, diyor.

Oradan gidiyor. ağlaya ağlaya gidiyor ordan. Karşısından bir çerçi geliyor. çerçi düğün evine öteberi satmak için gidiyor.

-Arkadaş, başındaki hal neci? Ne diye ağlıyorsun, diyor.

-Arkadaş, diyor, derdime derman değilsin, yarama merhem değilsin, git sen düğünde üzümünü sat, diyor.

Çerçi diyor ki:
-Arkadaş, insan insana para vermez amma, akıl verir. Belki derdine derman olurum. Başındaki hali söyle, diyor.

Öyle deyince Öksüz Yakup diyor ki:
-Arkadaş, Irışvanoğlu'nun bacısı Kınalı hatunla aram iyiydi. Şimdi kardaşı başka yere vermiş. Kınacısı geldi, yarın gelin gidecek. Ben ağlamayayım da kim ağlasın!

Çerçi diyor ki:
-Sen kavil yeri ver. Ben kıza söyleyim, çıkar mı çıkmaz mı?

Öksüz Yakup diyor ki:
-Evvelki kavlinin üstünde ise, ben pınarın başındayım, oraya gelsin. Kendi bilir.

...
(devam edecek)

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder

Not: Yalnızca bu blogun üyesi yorum gönderebilir.