13 Aralık 2014 Cumartesi

Koşmak gibisi var mı

Bugün oğlanı kurstan almaya ben gidecektim; hesapladım, en fazla yarım saat sürer diye, 12'yi 10 geçe orada olmak için 11:40'ta evden çıktım. Sonra ya erken çıkarlarsa, yanlış hesaplamışsam, yetişemezsem diye paniğe kapılıp koşmaya başladım, bizim evden eski Moda havuzu yeni Ayvalıtaş Meydanı'na aralıksız koştum. Tabii arada cehennem kalabalığına rastladıkça duraklamış olabilirim ama 2 kilometre gibi bir mesafeyi 10 dakikada filan koşmuşumdur.

Yetişemezsem diye tırsmamın nedeni paranoya değil; sabıkalıyım da ondan. Dün, öğleden sonra güzel çalıştım, bu da iyi konsantre olabilmiş olduğum anlamına geliyor; öyle olunca da dünyayı unuturum. Burada "dünyayı unutmak" mecaz anlamda değil, yani bir çocuğu olduğunu, kazara onu hatırlıyorsa bile günlerden cuma olduğunu, efendime söyleyeyim, cuma günleri etüt olmadığı için o çocuğun eve erken geldiğini unutmak anlamında...

Birkaç kişi, kısa aralıklarla, hatta bazıları dürtmek suretiyle bana bir şeyler sorunca, girdiğim tünelden çıkmak mecburiyetinde kaldım, eve gideyim de bari orada devam edeyim diyerek enstitüden ayrıldım. Kabataş'a doğru inerken telefonum çaldı. Çaldığını duyabilmiş olmam da tuhaf ama, rehberimde kayıtlı olmayan bir numaraya cevap vermiş olmam daha bir tuhaf; genelde hiç vermem, işte Kafamda Bir Tuhaflık :) Neyse, açtım, bir adamcağız, "burada ağlayan bir çocuk var" dedi, telefonu Güneş'e verdi. Ben yine de uyanamadım, olan bitene. "Neredesin anne, ne zaman gelirsin, kapının önündeyim," diyor. Yuh olsun bana... "Bakkala git otur" dedim, gönderecek bir komşu olmadığı için... telefonu lafım bitmeden kapadı, iki bakkala da eşit mesafedeyiz; hangisine gideceğini soramadım... İnsanın böyle durumlarda olsun kapısını çalabileceği bir komşusu olmaması, bu da ayrı bir acıklı durum...

Beni arayan adamı teşekkür etmek için tekrar aradım, aşağıdaki dairede parke döşüyormuş, ağlama sesini duyunca yukarı çıkmış, sağolsun. "Rica ederim abla, şimdi bakkala gitti galiba, abla" dedi. Hissettiklerimin tarifi zor, vicdan azabından daha azaplı bir şey olduğunu söyleyebilirim kısaca.

Motordan ilk inen kişi olduğumu ve eve varana dek koştuğumu söylememe gerek yok...
Ama işte dün ve bugünkü koşmalar, son koştuğum zamandan beri bir buçuk yıl geçtiğini (en son Berlin'de birkaç kere koşmuştum ama sonra somon füme, yanında bira ve masa başında çökelmek ağır basmıştı, bu da bana temizinden bir beş kiloya mal olmuştu) ondan önce de ne zaman koştuğumu hatırlayamayacağım kadar uzun bir süre ara verdiğimi hatırlattı. Oysa ne çok severim koşmayı...

Bugün koşarken sol dizim canımı çok yaktı; kondüsyonum yok, ritmim yok, ama dalağım şişmedi ve tıkanmadım, iyi tarafından bakacak olursam. En önemlisi kilo fazlam yok. Başlayayım şu koşma işine diyorum; yarın değilse öbür gün dizim beni rahat bırakacak; iyi olacak, iyi.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder

Not: Yalnızca bu blogun üyesi yorum gönderebilir.