Ben böyleyim, bir kitap kafama takılınca eninde sonunda almadan duramıyorum. Halbuki birkaç gün sonra kitap fuarı var, listeye ekle ve oradan al, ya da üç gün sabret internetten indirimli al, değil mi...
Valla Pandora'ya gittim geldim, elime bir aldım bir vazgeçtim; 20 lirasında da değilim ama elimdeki Özkan Eroğlu'nun Dada'sını da okumamıştım henüz... Evde gerçekten kitap koyacak yer kalmadı. Param olsa ufak bir daire satın alır ve oraya taşırım hepsini, o derece.
Dada deyince benim aklıma Duchamp'ın Pisuar'ı ve Hausmann'ın Mekanik Kafa'sı gelir; tabii çıkışı üzerine birkaç bir şey biliyorum ama derinlemesine tanımıyorum bu akımı, bu yüzden hep merak etmişimdir. Eh, Pompidou da dada meraklıları için bir cennetti, merakımı kamçıladı iyice. Şimdi bu iki kitapla biraz daha yaklaşma fırsatı doğdu. Giriş olarak, dada'nın bir tür şok ya da yırtılma olduğunu söylemek mümkün.
Eroğlu'nun kitabı klasik sayılabilecek bir sanat tarihi kitabı; diğeri, dada bakire bir mikroptur ise daha bir dadasal. Dada metinlerinden bir seçki. Hugo Ball 1916'da Dada Manifestosu'nda diyor ki örneğin:
"Dada yeni bir sanat akımı. Zaten yeni olduğunu hiçkimsenin bilmemesinden de anlayabiliriz, ama yarın Zürih'teki herkes ondan bahsediyor olacak. Dadayı sözlükten bulduk. Çok basit. Fransızca'da hobi atı anlamına geliyor. Almanca'da hoşçakal, düş yakamdan veya bir ara görüşürüz anlamına geliyor. Romence'de, evet, gerçekten, haklısın, aynen. Ama tabii ki, evet, kesinlikle, doğru, gibi anlamlara geliyor.
...
Sözcük, beyefendiler, kamunun en öncelikli sorunudur."
Grosz, Ein Opfer der Gesellschaft (Toplum Kurbanı)
1919, Tuval üzeri karışık malzeme, Centre Pompidou
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder
Not: Yalnızca bu blogun üyesi yorum gönderebilir.