Enis Batur, "Paris, ecekent" adlı kitabında, kendisi ve başkalarının bu şehre duyduğu sevgiye, bağlılığa ve bunun nedenlerine, "Aşk" başlığı altında kısaca değiniyor.
"Bir şehri sevme gerekçelerinizi zamanla aramaz olursunuz. New York'u sevenlerin New York'u sevmeyişime içerlemelerini anlıyorum, Paris'i sevmeyenlerden kesinkes hoşlanmam ben. Bir eşik sorunudur çoğu kez sevgi, bir biçimde geçmişseniz, kolay kolay geri dönemezsiniz. Çok kişiye hoyrattır Paris, gülünü dikenlerinden göremezler. Geçimsiz davranır, sert koşullar dayatır, açmaz bir türlü kendini, açılmaz. Böyle sorunlar yaşamadım bu şehirle ben, baştan bağlandım, sertliğini yüzüme vurduğunda vazgeçmedim ondan, suratsızlığına katlandım, beni çaresiz bıraktığında küsmedim, soğumadım, sanırım bütün bunlar herhangi bir aşkın sınav sorularıdır: Geçemeyenler kalır."
Batur burada bence yanlış olarak aşkı sevgiyle ikame etmiş; biraz da belirsiz ve tanımsız bırakmış iki duyguyu. Konu sevgi mi aşk mı; eğer aşksa, nedeni nasılı olmaz ki. İster bir şehre duyulan olsun, ister bir insana, aşk, bana kalırsa ilk anda ya olur, ya olmaz. Batur'un burada sözünü ettiği duygular aşkla değil, er ya da geç oluşan sevgiyle ve koşulların sınadığı bir sadakatle ilgili olmalı. Aşk nedensizdir; bilmiyorum belki de değildir, nedenleri vardır ama bunlar o denli çok ve karmaşıktır ki şu veya bu diye kolaylıkla gösterilemez. Bundan dolayı Paris aşkı da Paris'in güzel oluşuyla açıklanamaz ya da pahalılığıyla, kışlarının sertliğiyle ya da herhangi başka bir olumsuzluğuyla engellenemez.
Aşk hayal gücünden doğar, onunla beslenir ve aşkımızın nesnesi de kendi olmaktan çıkıp hızla bizim zihnimizde yarattığımız imgeye dönüşür. Gerçekle bir ilgisi olmadığı içindir ki, ölümlü olduğunu unutturur insana.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder
Not: Yalnızca bu blogun üyesi yorum gönderebilir.